Haftalık oyun önerilerinin otuzuncusu ile birlikteyiz. Bu hafta görselliği ile dikkat çeken rogue-lite türünde bir oyun önereceğim. Diğer oyun önerilerimize de buradan bakabilirsiniz.
Bu öneri yazılarında az bilinen oyunlar gibi bir konsept altında da kalmayacağız. Örneğin; The Last of Us Part II yayınlanmadan bir iki hafta önce The Last Of Us’ın ilk oyununu önerebiliriz. Bunun sebebi tavsiye ettiğimiz oyunu, o hafta içerisinde oynamanızın daha iyi olacak olması. Eğer bilindik bir oyunu önerirsek; yazının içeriği oyunu tanıtmak yerine, oyun için bir inceleme veya oyun hakkında konuşmak istediğimiz şeyler tarzında olacaktır. Şimdi önerdiğimiz oyuna geçelim.
GONNER 2
Geçtiğimiz günlerde The Signifier isimli bir oyun için inceleme yazmıştım. The Signifier incelemesinde de oyunun en çok soyut görselliğinden etkilendiğimi söylemiştim. Buraya tıklayarak o incelemeye ve oyuna göz atabilirsiniz, ayrıca tavsiye ettiğim bir oyun zaten kendisi. Bu tarz enteresan görselliği olan oyunları hep sevmişimdir, The Signifier’ın ben de bıraktığı o garip histen sonra da aynı tarzda olmasa da benzer bir oyun oynamak istedim. Güzel de bir oyun buldum aslında. Ama dediğim gibi kesinlikle birbirleri ile hiçbir alakası yok oyunların. Ama o soyutsal yaklaşım ikisinde de aynı. The Signifier’da Pink Floyd şarkısının içinde gibiydiniz, bunda da Pink Floyd animasyonunun içinde gibisiniz. YouTube’da “Watch While High” videoları olur, tam olarak o tarzda bir oyun. Oyunu daha ayrıntılı anlatmaya başladığım zaman siz de ne demek istediğimi zaten daha iyi anlayacaksınız.
Enteresan görselliğinden ve garip oynanışından dolayı bu hafta sizlere önerdiğim oyun, yayıncılığını Raw Fury’nin yaptığı, geliştiriciliğini ise Art in Heart’ın yaptığı GONNER serisinin ikinci oyunu GONNER 2. Siz sormadan söyleyeyim, ilk oyunu oynamaya gerek yok, ikinci oyunu oynamak için. Çünkü oyun öyle net bir hikâyeye sahip değil, amaç oynanış. Rogue-lite aksiyon türünde bir oyun ancak tam olarak da öyle değil. Türü çok arada kalmış gibi ama oyun hiç de arada kalmamış. Oynanış detaylarına bir bakalım önce.
Oyun, platform mekaniklerine sahip olan bir aksiyon rogue-lite türünde aslında dediğim gibi. Ancak rogue-lite türünde gördüğümüz bazı özellikleri barındırmıyor. Oyuna kısa bir eğitim süreci ile başlıyorsunuz ve eğitim olduğunu açıkçası pek hissettirmiyor. Oyunda bulunduğunuz bölgeyi hiçbir zaman direkt olarak göremiyorsunuz. Siz nerede duruyorsanız sadece o kısmı görebiliyorsunuz, geri kalan kısım, siz hareket ettikçe gözüküyor. Bu da sanki boşluğa doğru gidiyormuşsunuz hissiyatı veriyor, ancak oyunda düşerek ölme gibi bir şey olmadığı için bir yerden sonra alışıp rahat rahat atlayıp zıplıyorsunuz. Oyunun eğitim kısmını geçtikten sonra oyun tamamen başlıyor, ama açık konuşmak gerekirse ben oyunun başladığını bir süre anlamadım. Oyun, bölüm bölüm yaratılmış. Bir bölümden başka bir bölüme geçmek için, eğitim kısmında da yaptığımız gibi solucanımsı bir varlığın ağzına girmeniz gerekiyor. Solucan bizi diğer bölüme götürüyor. Oyunun eğitim kısmı bittikten sonra garip canlıların olduğu bir yerde oyuna başlıyorsunuz ve oradan çantanızı ve silahınızı alıyorsunuz. Sonrasında da oyunun aksiyon kısımları başlıyor. Amacınız her bölgede düşmanları temizleyerek bir sonraki bölüme geçip ilerlemek. Düşmanlardan kısaca bahsetmek gerekirse oyunun garip tarzına göre gayet çeşitli düşmanlar var ve bazıları cidden canınızı sıkan türden. Bu tarzda birkaç bölüm geçtikten sonra da oyunun boss kısmına geliyorsunuz ama boss kısmına gelmeden önce market kısmı geliyor. Markette para yerine olarak kullanacağınız şey ise düşmanları öldürdüğünüzde içinden düşen kırmızı boncuklar. Ayrıca düşmanların içinden mermiler de düşüyor. Aslında bunlara mermi demek de yanlış olur, sarı boncuk demek daha doğru. 40 adet sarı boncuğunuz var ve bittikçe düşmanlardan ya da etraftaki nesnelerden bu boncuklarınızı doldurabiliyorsunuz. Aynı şekilde buralardan can da bulabiliyorsunuz. Tüm bölümleri geçip boss bölümüne gelmeden önce sizi iki adet hazırlık bölümü bekliyor. Bunların ilkinde, bahsettiğim o solucanların birinden bir diğerine doğru düşmeniz gerekiyor, ancak etrafta para niyetine harcayabildiğiniz kırmızı boncuklar var. Yani aşağı düşerken etraftaki zıplatan mavi boncukları (farkındayım oyunda çok fazla boncuk var) kullanarak ve zıplayarak daha fazla kırmızı boncuk toplamak. Toplayabildiğiniz kadar topladıktan sonra, hazırlık aşamasının ikinci aşamasına geliyorsunuz, yani markete. Bu kısımda da boss’tan önce, envanterinizde eksikler varsa onları tamamlıyorsunuz. Silahınızı geliştirebiliyor, can satın alabiliyor ve mermi alabiliyorsunuz. Sonrasında da boss karşınıza çıkıyor. Bosslar da aynı oyunun kendisi gibi garip tasarımlı. İlk bölümden örnek vereyim sadece. Yavaş hareket eden dev bir kuş ile savaşıyorsunuz, arada da elbette minyon diyebileceğimiz küçük düşmanlar geliyor. Boss’un tasarımından bahsetmişken oyunun genel tasarımlarına da geçelim.
Oyun oldukça renkli bir oyun. Ancak yer yer daha farklı bölümler de oluyor. Genel bir renklendirmeden ziyade her karakter veya nesne için tek bir renk belirlenmiş. Oyunda bir yerden sonra hangi renklerin ne işe yaradığını anlayıp ona göre ilerliyorsunuz. Her bölümün rastgele şekilde yaratılıyor oluşu da bu renklendirme ile oldukça uyumlu olmuş. Oyuna her girdiğinizde sanki bambaşka bir bölüme geçmişsiniz gibi oluyor. Aslında genel olarak da bölümler bambaşka ama bazı oyunlar bunu ne yazık ki hissettiremiyor. Her bölüm farklı olsa da aynıymış gibi hissettiriyor. Bu oyunda bu tarz bir durum yok. Bölüm yapılarından bahsetmişken şunu da söylemek gerek. Oyunda öldüğünüzde kaldığınız yerden devam etmiyorsunuz, canlarınız bittiği zaman oyuna en baştan başlıyorsunuz. Bu yüzen her seferinde rastgele şekilde bölümlerin yaratılması, oyunun oynanış süresini iyice arttırıyor ve dediğim gibi aynı bölümü tekrar oynuyormuş gibi hissetmiyorsunuz. Aynı The Binding of Isaac serisi gibi.
Genel olarak oyunun tasarımlarının da iyi olduğunu söylemek gerek. Kontrol ettiğimiz karakterin net bir tasarımı yok, yani dümdüz bir nesne gibi. Ancak bosslar, düşmanlar, çevrede gördüğünüz garip canlılar ve genel olarak dünyanın tasarımı çok başarılı. Haritanın siz ilerledikçe gözükmesi de oyunun gerçekten artılarından birisi. Aynı görsellik kalitesi gibi sesleri de oldukça kaliteli. Tabii kaliteli olduğu gibi de garip. Grafikte fark edeceğiniz gariplik seslerde de var. Özellikle bazı karakterlerin sesleri insanı biraz düşündürüyor.
Toparladığımda ise genel olarak gayet başarılı bir oyun olduğunu söyleyebilirim GONNER 2’nin. Ayrıca oyunun daha geçtiğimiz hafta yayınlandığını da hatırlatayım. Girip saatlerce oynayabileceğiniz bir yapım değil, ancak gün içerisinde girip kafa dağıtabileceğiniz, öldüğünüz zaman da kapatıp işinize devam edebileceğiniz bir oyun. Bu yüzden rahatlıkla herkese tavsiye ediyorum, ancak dediğim gibi oyunun tarzından dolayı alışması ve anlaması biraz uzun sürebilir. Oyun da hiç yardımcı olmuyor çünkü.
Oyun şu anda PlayStation 4, Xbox One, Nintendo Switch ve PC’de bulunuyor. Fiyat olarak en uygunu Steam üzerinde ve 22,00 TL. Bu fiyatı kesinlikle hak ettiğini söyleyebilirim. Zaten yakın bir dönemde de indirime gireceğini sanmıyorum. Ancak oyunu asıl oynamanızı tavsiye ettiğim platform ise Xbox Game Pass. Oyun hem PC’de hem de Xbox One’da Game Pass sistemine dahil, kısaca oradan oynamanız en mantıklısı olacak.