Ruslar ve diğer Doğu Avrupalı ulusların dünyası gerek Batı Avrupa gerekse de diğer milletlerden oldukça farklı bir yapıya sahiptir. Bunun nedeninin ne olduğu konusunda emin değilim, ama acımasız iklim şartlarında yaşamaları olabilir. Bu acımasız koşullar buradaki insanları da şüpheci, tedirgin, sert yapıyor olabilir. Yaşamın anlamsızlığı, hayatın zorluğu, umutsuzluk üzerine büyük düşünürlerin buradan çıkmasının nedeni sadece iklim mi bilemiyorum. Nihilizm (Yaşamın anlam ve değerden yoksunluğu) gibi bir düşünce akımı bile ilk Rus Edebiyatçılar arasında ortaya çıkmıştır. Dostoyevski'nin Ölü Evinden Anılar'ını okurken Rusya'nın (daha doğrusu Sibirya) o karanlık atmosferi hissetmemek mümkün mü? Bu tür umutsuz öyküler Rusların ve Doğu Avrupalı ulusların yaptıkları oyunlara bile yansıyor. S.T.A.L.K.E.R serisini oynayanlar nükleer savaş sonrası insanların durumunu anlatan bu oyunun karanlık atmosferini ve acımasız dünyasını iyi bilirler. Şimdi de Metro 2033 ile yine nükleer patlama sonrası en az S.T.A.L.K.E.R kadar karanlık bir dünyada geçen maceraya adımımızı atıyoruz. Doğu Avrupa ve Sibirya'nın karanlık atmosferine tekrar giriyoruz.
Metro 2033, Dimitri Gulkovsky'nin aynı adlı romanında uyarlanmış bir oyun. Kitabın yazarı da bizzat oyunun hikaye akışı ve dünyasının yaratılmasında rol oynuyor. Zaten diğer FPS oyunlarının aksine Metro 2033'ün gerek hikaye anlatışı, gerekse de atmosferine bir edebiyatçının ellerinin değdiği belli oluyor. İlerleyişimiz birilerini öldür, bölümü geçten ziyade bir film veya kitap havasında oluyor. Yapımcıların oyunun geliştirme aşamasında kendilerine yeraltında bir stüdyo kurmaları dahi işlerini ne kadar ciddiye aldıklarının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Gulkovsky romanındaki atmosferi oyuna da uyarlamak için iyi çalışmış gibi görünüyor. Bazen bir FPS oynadığınızı unutup bir filmi izlermiş gibi hissedebilirsiniz. Özellikle çatışmların olmadığı bölümlerde oyun tam anlamıyla bir film.
Yıl 2013 büyük bir nükleer felaket yaşanır ve Moskova'da yaşayanlar bu felaketin etkilerinden kurtulmak için kendilerini Metro tünellerine atarlar. Büyük felaket sonrası insanlar yeraltında yaşamaya alışmak zorunda kalır, çünkü dışarıda radyasyonun etkisi hala devam etmektedir. Dışarda geçmişten kalanlar yıkık binalar, huda arabalar, donmuş toprak ve kirli sudan ibarettir. Tabi sadece geçmişin izlerinden ibaret değil dışarıdakiler, yeni konuklarımız da var. Tünellerde Neo-Nazilere ve bazı çetelere karşı mücadele ederken, dışarıda daha büyük bir tehlike bizi bekliyor. Tünellerde adından sıkça söz edilen grup olan Dark Ones ve bir grup başı boş mutant bizim en büyük korkumuz oluyor. Dark Ones'ın oyunun senaryosunun geneline büyük etkisi olduğunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Ana karakterimiz Artyom da sırf Dark Ones'ın psişik güçlerinden etkilenmediği için önplana çıkıyor. Bunun yanında oyunda da gördüğümüz kadarıyla oldukça da zeki birisi.
Metro 2033'ü klasik FPS oyunlarından ayıran bir çok etken bulunuyor, ama benim en çok dikkatimi çeken şey hikaye anlatımının derin “macera” oyunlarındakine yakın kalitede anlatılmasıydı. Hatta hikaye anlatımı ve sunum o kadar hoşuma gitti ki ne kadar az çatışma sahnesi olursa o kadar çok zevk aldım diyebilirim. Özellikle “Khan” adlı karakterle birlikte hayaletlerin (evet bir de hayaletler var, ama onlarla savaşmıyoruz) olduğu bölümdeki mücadelemiz oyunda en çok beğendiğim kısımdı. Son dönemlerde sunum konusunda bu kadar başarılı bir oyun oynamamıştım. Artyom'um bölümler arası geçişlerde hikayeyi anlattığı o umuttan yoksun, vazgeçmiş, sakin ses tonu da atmosfere sizi bağlıyor. Çatışma sahnelerinin de pek iç açıcı olmaması nedeniyle kendinizi tamamen hikayeye odaklıyorsunuz. Hikaye sunumu konusunda S.T.A.L.K.E.R'dan çok daha iyi bir iş çıkarıldığını söyleyebilirim. Her ne kadar oyunda S.T.A.L.K.E.R'da çalışmış elemanlar olsa da ikisi birbirinden oldukça farklı özelliklere sahip oyunlar.
Metro 2033 sadece mükemmel sunumuyla diğer oyunlardan ayrılmıyor. Bunun yanı sıra bazı orijinal fikirler de oyunda bulnuyor. Örneğin para yerine kullandığımız mermiler nedeniyle yapımcı büyük takdir topladı. Paranın anlamını yitirdiği, kelle koltukta gezilen bir dönemde en değerli şey de doğal olarak mermiler oluyor. Oyun boyunca hiç mermi sıkıntısı çekmedim, ama biriktirip süper silahlar satın alacak kadar da bol mermi bulduğumu söyleyemem. Silahları da genellikle ölülerin üzerinden veya gizli yerlerden buldum. Oyunda en iyi silahları kullanmak istiyorsanız, acele oynamamaya ve heryeri araştırmaya özen göstermenizi tavsie ederim. Tuzakların bulunduğu odalarda ölüm tehlikesi olsa da en kaliteli silahların da bulunduğunu unutmayın. Kendine has silah tasarımları bulunan oyunda tanıdık tabanca ve otomatik tüfeklerin yanı sıra basınçla çalışan ve uzun demir çubuklar fırlatan silah gibi orijinal tasarımlar da bulunuyor. Ayrıca fırlatabileceğimiz bıçakların da çok işe yaradığını söylemeliyim. Silahlara ve gizli eşyalara ulaşmak için harcayacağınız süreyi de iyi değerlendirmeniz gerek. Her yerde rahat nefes alamıyorsunuz ve buralarda gaz maskesi (oksijen maskesi daha doğru bir tabir) kullanmak zorundasınız. Bu maskelerde yeterli oksijen bulunsa da şansınızı fazla zorlamayın, çünkü düşmanlarla savaşlarda önce çatlıyor, sonra da kırılabiliyorlar.
Oyunun en büyük eksiklerinden birisi de malesef yapay zeka oluyor. Bu sorun nedeniyle özellikle gizlilik unsuru sinir bozucu olabiliyor, ama yine de acele etmeden sabrınız elverdiğince gizlenerek ilerlemenizi tavsiye ediyorum. 3-4 metre yakınında ölen arkadaşını görmeyen düşmanlar nedeniyle bazen oyundan kopsanız da sıkı çatışma sahnelerinin de bulunduğu yerler var. Mutantlar ise herhangi bir zekaya sahip değil, içgüdüsel olarak üzerinize atılıyorlar. Tek yapmanız gereken şarjör değiştirip ateş etmek. Saklanmak vs gibi şeyler mutantlarla savaşlarda anlamsızlaşıyor. Oyundaki vuruş hissinin düşük olması da savaşlardaki eğlence faktörünü düşürüyor. Mutantlar kalabalık halde geldiklerinde onları vurup vurmadığınızı bile anlayamayabiliyorsunuz. Doğal olarak oyunda en çok şikayet edilen noktalardan birisi de vuruş hissinin zayıflığı oldu. Düşman ile boşluğa ateş etmek arasında hiçbir fark bulunmuyor. Bu belki gerçekçilik bakımından doğru, ama bir oyun için uygun bir hamle olmamış. Ben elbombası atmak dışında çatışmalardan pek tat aldığımı söyleyemem.
Ses efektleri de çatışmalardaki düşük atmosferi arttıracak kalitede değil. Artyom'un müthiş seslendirmesi dışında diğer karakterlerin seslendirmelerini pek beğenmedim. Klasik olarak Rus aksanıyla İngilizce konuşan karakterlerin seslendirmeleri kulak tırmalıyor. Yine de Artyom'un seslendirmesinin mükemmelliği, bütün bunları unutturacak kadar kaliteli. Ayrıca müziklerin de iyi olması silah sesleri gibi diğer ses efektlerinin de sıradanlığını unutturuyor. Zaten kimse de 4A Games'ten bu konuda mükemmel bir iş beklemiyordu. O nedenle sesler konusunda bizi hayal kırıklığına uğratacak birşeyin de olmadığını söylemeliyim. Sonuçta bu oyun firmanın ilk oyunu olduğundan bir çok şeyi gözardı edebiliriz. Eğer oyunun yapımcısı Valve olsaydı sesler konusunda daha acımasız davranabilirdik.
Nükleer savaş sonrası insanlığın durumunu konu alan oyun, kitap ve filmler (en son izlediğim The Road adlı film oldukça etkileyiciydi) çok ilgimi çektiğinden Metro 2033 de kısa sürede beni kendisine bağladı. Oyunu her ne kadar Fallout 3 veya S.T.A.L.K.E.R kadar beğendiğimi söyleyemesem de hikaye sunumu açısından bu iki oyundan daha kaliteli olduğunu söylemeliyim. Yine de zayıf oynanış elementleri, yapay zeka sorunları nedeniyle malesef genel olarak o oyunların gerisinde kalıyor. Fallout 3 veya S.T.A.L.K.E.R'dan farklı olarak özgürlük hissine izin vermeyen oyun, bir hikayeyi takip etmenizi istiyor. Büyük bölümü tünellerde geçen oyunda yanınızda birilerinin olması ve size yol göstermesi de özgürlük hissini namına bir şey bırakmıyor. Yine de hikaye sunumu sayesinde bu konuda şikayetçi olmuyorsunuz. Büyük bir felaket sonrası insanların hayatta kalma mücadelesi ile ilgili oyunlara özel ilgisiniz varsa Metro 2033'ü kaçırmamalısınız. Bu konulara özel ilginiz yoksa bile hikaye sunumu sayesinde oyunu beğeneceğinizi düşünüyorum.