Amerikan conilerinin peşinden tüm dünyayı dolaştığınız, iki tabanca bir tüfekle koca bir orduyu hacamat ettiğiniz, canınız sıkılıncada sağa sola dehşet saçtığınız oyunları geride bırakın. This War of Mine silahların gölgesinde, umarsızca sıktığımız bu mermilerden arta kalanları gözler önüne seriyor. Peki yaşam mücadelesi vereceğiniz ve bu mücadeleyi iliklerinize kadar hissedeceğiniz bir deneyime hazır mısınız?
Bir sabah kalktığınızda o bildiğiniz dünyanın aslında çok geride kaldığını hayal edin. Yiyecek yok, elektrik yok, temiz su yok... Sadece şehrin harap duvarlarını inleten mortar ve tüfek sesleri.. Yıkık dökük binalar, harap olmuş dükkanlar ve bu zor şartlarda hayatta kalmaya çalışan bir grup insan...
This War of Mine günümüz savaşlarına ve o alışıldık savaş oyunlarına çok farklı bir pencereden bakmamızı sağlıyor. Saray Bosna, Irak ya da Filistin... Hangi savaş olduğu önemli değil. Siyasi ideolojiler ve ülke propagandalarıyla hiç işi olmayan yapım tamamen savaşın karanlık yüzü ardında kalanları ve bu kalanların seçimleri üzerine odaklanmış.
Oyun bir grup insanın bir arada ve hayatta kalma çabası üzerine kurulu. Daha sonra farklı karakterlerin de katılabileceği belli bir karakter skalasından üç ya da dört kişi olarak başladığınız bu hayatta kalma mücadelesi sizide zor seçimler yapmaya zorluyor. Dört kişi başlamak ilk bakışta size de avantajlı gelebilir. Sonuçta iş bölümü bakımından daha kısa zamanda daha fazla şey yapmak mümkün. Ama iş yemek yemeye gelince işin rengi de yavaş yavaş değişmeye başlıyor. 3 kişi yiyeceğiniz malzemeye dördüncü ortak gelince evdeki hesabı da çarşıya uydurmakta zorlanıyorsunuz..
Ocakta bir kap aşınız, kafanızı sokabileceğiniz sıcak bir çatınız varsa ne mutlu size. Çünkü bunlar elinizden kayıp gittiğinde oyunda sizi seçimler yapmaya zorluyor. Elinizdeki malzemeler bittiğinde geceleri dışarı çıkıp haritada açılan bölgelere gidiyor ve buralardan alacağınız daha doğrusu yağmalayacağınız eşyalar ile hayatınıza devam ediyorsunuz. Gittiğiniz bölge terkedilmişse şanslısınız. Yok içerde tıpkı sizin gibi hayatta kalmaya çalışan insanlar varsa işte oyunun depresif yönü de burada başlıyor.
İlk etapta güle oynaya sadece kapı önündeki çöpleri karıştırıp kendinize yiyecek aramaya başlıyorsunuz. Ama hayatta kaldığınız 3-4 günün sonunda elinizdeki stoklar bitince oyun sizi hayatta kalmaya zorluyor. Savaş psikolojisi ve açlıkla boğuşan karakterleriniz depresyona giriyor hatta evi bile terkedebiliyor. Bu durumda oyuna ikinci defa başladığınızda daha acımasızlaşmaya başlıyorsunuz. babasının ihtiyacı olduğu için bir kutu ilaç karşılığı başkalarını soyup soğana çeviriyor ya da daha önce rahatsız etmeye bile çekindiğiniz yaşlı bir çifti sırf hayatta kalmak uğruna soyabiliyor hatta gerekirse elinizi kana buluyorsunuz.
İşte oyunun en büyük kozu da burada devreye girmiş. Tıpkı oyundaki karakteriniz gibi "ben ne yaptım böyle" triplerine girmeye başlıyorsunuz. Hayata tutunmaya çalışan bu karakterle oyuncu arasındaki bağ oldukça sağlam bir şekilde kurulmuş. Tabi sizin sığınağınızında soyulma ihtimali oldukça yüksek. Gece dışarı çıkıp sabah eli boş döndüğünüzde, üstüne bir de sığınağınız soyulmuşsa sizde karakterleriniz gibi büyük bir yıkıma uğruyorsunuz. Bu nedenle bir kişiyi gece dışarı gönderdiğinizde kalanların yapacaklarını da seçmeniz gerekiyor. Çok yorgun ya da hasta olanları dinlendirebilir, diğerini ise evi korumakla görevlendirebilirsiniz. Ama gelen yağmacılar karşısında dayak yiyeceğini, daha da kötüsü kurşun yarası bile alabileceğini hesaba katmalısınız. Bu gibi durumlarda işiniz yoksa bir de sargı bezi, ilaç aramanız gerekiyor.
Oyundaki karakterlerinizin farklı özellikleri mevcut. Kimi daha hızlı koşuyor, kimi yumruk atmada daha iyi, kimiyse sadece emekli bir memur havasında.. Ayrıca hepsinin taşıyabileceği yük miktarı birbirinden farklı. Bu da gece seçeceğiniz yağmacıyı oldukça önemli kılmış. Her gece daha fazla yük taşıyor diye aynı karakteri göndermeye devam ederseniz, karakterinizde belli bir süre sonra yaptığınız seçimler altında ezilmeye başlıyor.
Üstelik yağma işi o kadar da kolay değil. Gerektiğinde kapı deliklerinden gözlem yapmalı, gölgelere saklanmalı ve yağmaladığınız yerdeki diğer insanlara karşı dikkatli olmalısınız. Bazen fare tıkırtısına karşı bile paniğe kapılıp topukları yağlayabilirsiniz.
Yiyecekler dışında topladığınız parçaları kullanacağınız birçok alan mevcut. Craft sistemi sayesinde kendinize yemek pişirebileceğiniz bir ocak, sandalye, yatak hatta bir radyo bile yapabiliyorsunuz. Üstelik bu craft sistemine gerekli parçalar ile yapacağınız güncellemeler size yeni eşyaların da kilidini açıyor. Kilitli kapıları açabileceğiniz maymuncuk, size engel olan harabeleri çıplak elle değil de daha rahat kazabileceğiniz bir kürek ya da yağma sırasında hayatta kalma şansınızı arttıracak olan bıçak, silah gibi farklı eşyaları craftlayabiliyorsunuz.
Kara kalem grafik tarzıyla da o depresif havayı başarılı bir şekilde yansıtan oyun, bu sade ve görsel güzelliği oynanışa da başarılı bir şekilde yedirmiş.
Nihayetinde This War of Mine "Savaş askerler için zafer, bizim içinse yiyecek bulma anlamına gelir" mottosunu oyunculara aktarmayı başarmış. Her başladığınızda farklı seçim yapmanız mümkün ama belli bir süre sonra oyun monotonlaşabiliyor, aynı mekan ve karakterler ile karşılaşıyorsunuz. Tabi bu süre zarfında oyun fiyat performans olarak size sunmak istediğini fazlasıyla veriyor.