Sonsuz uzay boşluğu. İçinde 300 milyardan fazla galaksinin bulunduğu bu bilinmezliği Dünyamızla kıyaslayınca ne kadar komik bir durum oluşuyor, öyle değil mi? Tüm insanların birbiriyle sınır çizgilerini belirlemek için döktükleri onlarca kan, atmosferimize düşen minik bir göktaşı için yarattığımız heyecan, minik bir depremdeki o korku panik, hepsi pek bir önemsiz kalıyor sanki. Ya asıl korkmamız gereken, 3. dünya savaşı, Tsunami veya depremler değil de milyarca ışık yılı uzaktan bizi dikizleyen tanımlanamayan varlıklarsa? İşte o zaman işler değişir.
Aslında konuya biraz felsefik giriştim sanki, gerçi oyunlar açısından baktığımızda konu pek bir klişe, gerçekten olabilir mi sorusuna baktığımızda aldığımız yanıt ise hala cevabını bulabilmiş değil. Her neyse biz çok fazla kafamızı karıncalatmayıp, uzaylı baskını temasının öncülerinden biri olan XCOM’ın yeni yapımı The Bureau: Xcom Declassified incelemesine hiç vakit kaybetmeden giriş yapalım. Yıl 1962, John F. Kennedy’nin Amerikan başbaknı olduğu zamanlar, Soğuk Savaş ülkeyi korkutadururken, komunizmden daha korkunç bir tehlike Amerika’nın başına musallat olur. Tabiki uzaylılar. Yıllardır uzaylıların varlığını araştıran, ve onların varlığını insanlardan saklayan The Bureau, bir şekilde E.T.’lerin dikkatini üzerimize çekmiş, hiç beklenmedik ve hiç hazır olmadığımız bir savaşın startını vermiştir
The Bureau: Xcom Declassified her ne kadar takım tabanlı bir oyun olsa da ana karakterimiz William Carter’a odaklanmış vaziyette. Eski bir halk kahramanı ama ailesini bir anda kaybetmenin vermiş olduğu eziklik ve yoğun intikam duyguları yüzünden artık sorunlu bir ajan konumunda Carter. Gerçi kendisinin hikayesini de ara ara flashbacklerle ve sahnelerle oyun boyunca görme şansına erişiyoruz. Kendisinin güçlü ve söz konusu uzaylılar bile olsa tek bir tüyünün dahi dikenleşmediği korkusuz bir karaktere sahip olduğunu yaptığı net ve atarlı diyaloglarından ve emin direktiflerinden hemen anlayabiliyoruz. Baksanıza ilk yakınlaştığı uzaylılardan biriyle hemen koyu bir sohbete girişip artistliğini yapıyor bile.
Artık büro ajanı Carter olarak, görevimiz ekibimizi kurup, insanlığı korumak için takımımızı yönlendirip onlara emirler yağdırmak, en zorlu cepheleri savunmak ve temelde uzaylılara burasının onların oyun bahçesi olamayacağını zor kullanarak anlatmak. oluyor. The Bureau: Xcom Declassified’ın bir güzel yanı da karşımızdaki tanımlanamayan cisimleri tanımaya başladıkça teknolojimizin gelişmesi ve gittikçe uzaylıların ekipmanlarını kullanabilmeye başlamamız oluyor. Gerçi bunu Xcom: Enemy Unknown oynayanlar hatırlayacaktır. Oyuna oldukça güzel yedirilmiş ve oynanabilirlik adına oldukça keyifli dinamikerdi bunlar. The Bureau’da da görebilmemiz harika.
XCOM Declassified, 60’ların Amerika’sını oldukça güzel yansıtıyor. 2K Marin’in aynı sürece hitap eden BioShock 2 yapımında da bulunduğunu hatırlarsak pek yabancılık çekmedikleri bir tema zaten. Sigara içen şapkalı yelekli dedektifler, minik bahçeli Amerikan evleri, kocaman telsizler ve daha fazlasıyla atmosfer açısından 2K Marin, oyuna bu yönüyle hakkını vermiş diyebiliriz. Fakat keşfetmeye fırsat tanımayan çizgisel bölüm tasarımları bu tadın damakta kalmasını sağlıyor ne yazık ki.
Karakter modellemelerinin oldukça özenle işlendiğini gördüğümüz yapımda maalesef animasyon üzerinde çok fazla durulmadığını görüyoruz. Yapımın Third person shooter olduğunu düşünürsek, Enemy Unknown’daki animasyonların kullanılmasının yetersiz olduğunu rahatlıkla söylememiz mümkün. Bunların dışında patlama efektlerinin ve ışıklandırmaların oyunda yetersiz olduğu maalesef aşikar.
The Bureau’nun oynanış sistemi hemen hemen Mass Effect serisiyle aynı işliyor denilebilir. Carter ile zamanı durdurup, geriye kalan diğer 2 elemanınıza komut veriyorsunuz ve oyunu devam ettirip çatışmaya devam ediyorsunuz. Ancak bu komut verme olayı bir süre sonra tam bir bebek bakıcılığına dönüyor. Çünkü takım arkadaşlarınız sizin komutunuz olmadığı süreçte ölmeyi bekleyen kuklalara dönüşüyorlar ve çatışmalarda büyük yükü siz çekiyorsunuz. Ekibinizin tek bir yaşam hakkı olduğunu da hesaba katarsak, takım arkadaşlarınız için endişelenmek çatışma keyfini baltalamaya başlıyor. Ah şu yolo ah..
Genel olarak görev sistemiyle ilerleyen oyunumuzda senaryonun ağırlığı gittikçe kendini kaybetmeye ve bir süre sonra tek yaptığınızın görevden göreve zıplayarka uzaylı öldürme üzerine kurulu olduğunu farkediyorsunuz. Karargahımız var ancak maalesef Enemy Unknown’daki gibi aktiviteler yapabileceğimiz şeyler yok. Ne otopsi odası ne araştırma tesisleri ne de anlamlı olan başka bir şey. Tek yaptığınız pek de ilgi çekici olmayan ajan konuşmaları ve hiçbir farklı sonuca yelken açmayan diyalog seçimleri. Karargahın amaçsız oluşunu ve saçmaladığını şu örnekle pekiştirelim. Araştırmacı Dr. Heinrich bize bir uzaylı silahını getirip incelenmesi ve böylece araştırılıp üretilmeye başlanması için getirmemizi istiyor. Fakat görev süresince zaten bu silahı yerden toplayıp kendinize ve ekibinize giydirebiliyorsunuz. Yani böyle bir araştırmaya gerek bile kalmıyor. E bu durumda Dr. Heinrich’in hiç vakit kaybetmeden çaycılık konusunda ustalaşması tüm büro adına daha faydalı olur sanki.
The Burea: XCOM Declassified, açıkcası Xcom: Enemy unknown’dan sonra ve eski bir XCOM oyuncusu olarak beni heyecanlandırmıştı. Fakat XCOM’un bundan önce yaptığ çoğu güzel şeyi The Bureau’nun es geçtiğini görüyoruz. İlk olarak FPS olarak duyurulan yapım, daha sonr aertelenmiş, formu değiştirilmiş ve birçok kez firma içinde yamalanmıştı. Görünüşe göre tüm bu gelişmeler oyunun yapısını yıpratmış. Shooter konusunda son zamanlarda Mass Effect’e benzer bir taktiksel bir oyun arıyorsanız, The Bureau’yu sizlere ucu ucuna tavsiye edebiliyorum.