Bölüm Sonu Canavarı’ndan herkese merhabalar.
Bugün özel bir içerikle karşınızdayız. Görüntülerden de görebileceğiniz üzere Assassin’s Creed: Valhalla’nın henüz geliştirme aşamasında olan bir sürümünü oynadık.. Ubisoft, pandemi döneminde oyun basınını bir araya toplamak mümkün olmayacağı için oyunu bizlere bulut sistemi üzerinden ulaştırdı. Yani Ubisoft’un sunucularına uzaktan erişim sağlayarak oyunu oynama fırsatı bulduk ve şunu söyleyebilirim ki performans konusunda da hiçbir sıkıntı yaşamadan oyunu deneyim edebildik. Görüntülerdeki “Work in progress” ibaresinden de anlaşılacağı üzere henüz oyun tam sürüme ulaşmadığı için bu içerikte oyunun kısa bir bölümü hakkında deneyimlerimizden yola çıkarak sizleri bilgilendirmeye çalışacağım.
Assassin’s Creed serisi, oynayanların da bileceği üzere ilk oyundan Origins’e kadar olan süreçte benzer bir yapı üzerine devam etmiş ve sonrasında da farklı bir yöne evrileceğinin sinyallerini vermişti. Öncesinde neredeyse ölümsüz bir suikastçı olarak 10-15 kişinin arasına dalarken, çizgisel bir hikaye içerisinde ilerlerken artık attığımız adıma dikkat ettiğimiz, öyle lambur lumbur düşmanları kesip biçemediğimiz, etkileşime geçtiğimiz çevre elementleri sayesinde yan görevlerin kapısını araladığımız, karakterimizi ve yeteneklerimizi geliştirdiğimiz bir seriye dönüştü. Origins ile başlayan Odyssey ile devam eden bu yapı Valhalla’da da sürdürülüyor.
İlk intiba olarak şunu söyleyebilirim ki İskandinav dünyası, Assassin’s Creed evreniyle birleşince görsel olarak ortaya oldukça başarılı bir iş çıkmış. Çevresel detayları, hava şartları ve sesleriyle atmosferi çok güzel tamamlıyor. Genel itibariyle temel mekanikler korunmuş. Örneğin pek çok oyundan aşina olduğumuz tipteki envanter seçim menüsü, Valhalla’da da yerini almış.
Seriye girdiği ilk oyundan bu yana beğeni toplayan deniz savaşları, yelkenlilerle ilerleme gibi dinamikler Valhalla’da da mevcut. Beraberinizdeki mürettebatla birlikte yelkenler fora deyip kendinizi kaosun ortasına bırakacağınız savaşlara gitmenin gerginliği ve atmosferin güzelliği birleşince kendinizi o tayfanın bir üyesi gibi hissetmeniz mümkün. Tabi iş savaş kısmına geldiğinde bu atmosferin bozulmaması için çatışma mekaniklerinin de başarılı olması gerekiyor ki bu konuda Valhalla, yine Origins ve Odyssey’in izinden gidiyor. En basit bir piyadeyle karşı karşıya geldiğinizde bile dikkatsiz bir davranışınızın bedelini ağır bir hasar alarak ödeyebiliyorsunuz. Düşmanları böcek gibi ezdiğiniz bitirici hareketler, etrafa saçılan kanlar, baltanızın ucuyla tanışan düşman kelleleri, savaşın vahşetini gözler önüne seriyor. Tabi her düşmanı öldürmenin zorluğu da aynı ölçüde değil. Görevler sırasında ilerlerken cüssesi karakterimizin 2 katı olan ve öldürmenin de kolay olmadığı mini boss diye tabir edebileceğimiz düşmanları da al aşağı etmeniz gerekebiliyor.
Çevresel detaylardan başlangıçta bahsetmiştim. Bunu destekleyen iki önemli unsur da yıkılabilirlik ve ışıklandırmalar. Örneğin kırdığınız bir camdan içeri giren ışık hüzmesinin mekanda bıraktığı etki oldukça güzel. Valhalla’da sırf bu sebeple gördüğünüz her camı çerçeveyi indirmek isteyebilirsiniz.
Temel dinamiklerle devam edecek olursak Assassin’s Creed serisinin olmazsa olmazı olan tırmanma mekaniği yine yerli yerinde. Ulaşmak istediğiniz noktalara çok fazla zorlanmadan her zaman olduğu gibi tırmanabiliyorsunuz. Genelde haritanın belirli bir bölgesini gözlemlemek veya orada etkileşime geçeceğimiz bir nesne aracılığıyla bir yere haber göndermek için kulelerin, yükseltilerin tepelerine tırmanmanız gerekebiliyor. Bu oyundaki haberleşme nesnesiyse dönemine uygun şekilde tasarlanmış borular. Bunun haricinde olası bir durumda hemen aksiyona geçmek için at üstünde yükselme gibi detaylar da Valhalla’da yerini korumuş.
Oyunu oynadığımız süre boyunca oynanışa veya çatışma mekaniklerine yönelik detaylardan çok manzaralara takıldığımı söylemem gerek. Zira oyunun pek çok noktası,