ICO: Bir Efsanenin Doğuşu
Alkan Adakaner

Sayfa 1

2001 yılında Playstation 2 için çıkan ve Sony Computer Entertainment tarafından yapılan Ico, mükemmel bir oyun olsa da oyuncular tarafından pek fark edilmemişti. Bunun en büyük nedeni günümüz oyuncularının bulmaca, keşif, sanatsal bir atmosfer ve mükemmel bir konudan ziyade bol aksiyon içeren, zaman geçirmeye yönelik oyunlara yönelmesidir. Aksiyon oyunlarına karşı olduğum sanılmasın, aksine sevdiğim oyunlar da var, ama burada bütün oyunların bu türe kayması üzerine bir tesbit yapıyorum.

     Günümüz toplumunun en büyük özelliklerinden birisi olan dikkat ve emek eksikliği oyun dünyasında da belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Türleri Ico serisinden çok farklı olsa da Resident Evil, Alone in the Dark ve Silent Hill gibi klasiklerin aksiyona yönelmesi ve oyunlarının öyküsünün Hollywood filmlerine benzeyip sıradan bir hale dönüşmesinin nedeni de bu tüketim çılgınlığı olsa gerek.
Günümüzde oyuncuların büyük bölümü bir an önce oyunu bitirip tüketmek gayretindedir. O oyunun dünyasını merak edip araştırma ve konuyu derinlemesine bilme zahmetine de hiç katlanmazlar. Önemli olan oyunu oynadıkları anda duydukları kes, biç, çöz olarak nitelendirilebilecek zevktir.

     Bazı oyunlar vardır ki oyun olmanın ötesinde üzerinde düşünmeye değer ayrıntılara sahiptir. Bu oyunlar yaşamımızda bir yer de işgal edebilir. Kimi zaman odamıza yapıştırdığımız posterle, bilgisayarımızda masaüstü resmi olarak, çantamızda bir aksesuar veya odamızda o oyunun bir kahramanına ait küçük bir figürle yaşamımıza monitör veya TV ekranı dışında da girmiş; gerçek üstü dünyaları ile sıradan yaşamımıza bir renk katmışlardır. Kendi yaşantımızda ne yaparsak yapalım, oyunlardaki ile kıyaslanacak bir şeyler yapmamız mümkün değildir.

     Hayal gücü insanın bazen kaçışı, bazen de eve dönüşüdür. Eğer kendimiz bir dünya oluşturamıyorsak, yani bir şeyler yaratamıyorsak yüksek hayal gücüne sahip insanların yarattığı film, kitap ve oyunlara kendimizi bırakırız. Nitekim bu alanlarda oldukça kaliteli yapımlar bulunmaktadır. Oyun alanında Ico serisi, gerçekten çok önemli bir konuma sahip. Hatta bence The Legend of Zelda serisi ile birlikte kendi türündeki en iyi seri olarak görülebilir.
  Ico her ne kadar mükemmel bir oyun olsa da serinin 2. oyunu olan Shadow of the Colossus gibi popüler olamadı; zira aksiyon yönü az olan bulmaca ağırlıklı bir oyundu. Shadow of the Colossus hiç şüphesiz çok iyi bir oyundu; fakat ilk oyuna göre oyuncuların daha fazla ilgisini çekmesinin nedeni aksiyon öğelerinin daha fazla olmasıydı. Hâlbuki ilk oyunun hayranları her ne kadar Shadow of the Colosus’u beğenseler de Ico’nun atmosferi onları daha çok etkilemişti.

     Serinin 3. oyunu The Last Guardian ile ilgili elimizde sadece büyüleyici bir video var. Oyunun yapımcısı Team Ico, bu videoyu yayınlayarak heyecandan çıldırmamızı sağladı. Sizi bilmem ama benim yeni nesilde sadece Playstation 3 için değil bütün platformlarda en çok beklediğim oyunlardan birisi The Last Guardian. Şimdi 3. oyun öncesinde ilk iki oyuna bir göz atalım.

     Bu makalenin amacı oyunu yaparken nelerden etkilenildi, hikâyede ne tür bir düşünsel dünyanın izleri bulunmakta ve Ico ile Shadow of the Colossus hakkında genel bilgiler vermektir. Makalenin amacı gizli ve çok ayrıntılı bilgiler vermek değil, serinin arka planında bulunan dünyayı tanıtmaktır.
Sayfa 2

      UEDA FUMITO

     1970 yılında doğan Ueda Fumito; Ico ve Shadow of the Colossus’un yönetmeni ve baş tasarımcısıdır. “Çocukken balık ve kuş gibi bir şeyleri yakalamayı seviyordum. Diğer taraftan animasyonla ilgileniyordum” açıklamasında bulunan Ueda, Shadow of the Colossus’ta kuşlara tutunarak uçmamızın ve balıklara tutunarak yüzmemizin onun çocukluğunda sevdiği şeylerle bağlantısını da anlatmış oluyor.

     Okulda en sevdiği şeyin sanatla ilgilenmek olduğunu ve sanatın hala yaşamında önemli bir yeri olduğunu söyleyen Ueda; “eğer oyun endüstrisinde olmasaydım bir klasik sanatçı olmak isterdim” diyerek sanat ve oyun ilişkisini nasıl bu kadar mükemmel yansıttığını merak eden oyunculara bunun yanıtını kendiliğinden veriyor.
 
“Ôsaka Sanat Üniversitesi”nden 1993 yılında mezun olan Ueda Fumito; 1995 yılında yaşamına bir sanatçı olarak devam etme kararı alıyor, fakat ardından da video oyun endüstrisine giriyor. İlk olarak WARP adlı oyun yapım şirketine girdikten sonra, animatör olarak Enemy Zero adındaki Sega Saturn oyununda Eno Kenji’nin ekibinde görev alıyor. Ueda; o dönemlerini “herkes normalden çok üst düzeyde istekli bir şekilde oyunu bitirebilmek için çalışıyordu” diye tanımlıyor.

     Nihayet 1997 yılında birinci parti yapımcı olarak Sony Product Development Department 1’e girmeyi başarıyor. Sony’de çalışmaya başlar başlamaz; Ico’nun da yapımına başlıyor. Evet; 2001 yılında piyasaya çıkan Ico’yu yapımı 1997 yılında başladı ve oyunun yapımı 4 yıl sürdü. İlginçtir ki, Shadow of the Colossus’un da yapımı 4 yıl sürmüştü. Başarılı oyunların uzun geliştirme süreçlerinde piyasaya çıkabileceklerinin bir kanıtı da sanırım Ico serisidir.
         Ico’nun Dünyası Oluşturuluyor

     Asıl olarak Playstation için tasarlanan Ico, uzun geliştirme sürecinin ardından Playstation 2 için karşımıza çıktı. Peki; Ico düşünsel aşamada ne kadar gerilere gidiyor gelin buna bir göz atalım.

     Ueda’nın ilk oyun yapımı denemeleri hayatının erken dönemlerine dayanıyor. Japonya’da bilgisayarların pek popüler olmadığı bir dönemde Commodore’a sahip olan Ueda; ilk olarak Newtek’in bilgisayar grafik programı Lightwave 3D ile oyun tasarım işleriyle amatör düzeyde de olsa uğraşmış. Bu denemelerin Ico’nun ilk denemeleri olduğunu da söyleyelim. Yine aynı dönemde oynadığı Eric Chahi’nin ünlü oyunu Another World (Japonya’daki adı Outer World) Ico serisinin esin kaynağıymış. Ayrıca Lemmings ve Flashback, orijinal Prince of Persia gibi oyunlar da Ico’ya animasyon ve oynanış olarak esin kaynağı olmuşlar.

     Yapımcı Kenji Kaido ile birlikte ilk olarak Playstation 1 için tasarlamaya başladıkları Ico için 3 anahtar nokta varmış.

Bunlar:
1-Kendi türündeki diğer bütün oyunlardan farklı olmalı
2-Yoğun bir sanatsal estetiği olmalı
3-Düşsel olduğu kadar gerçekçi bir düzende olmalı
 
Sayfa 3

Oyunun gerçekçi olabilmesi için birçok şeyden vazgeçmek zorunda kalan ekip, bunun en büyük nedenlerinden birisinin “kaleden kaçışa odaklanmak” olduğunu söylüyor. Sırf bu nedenle oyundaki birçok ayrıntıyı çıkarmak zorunda kalmışlar. Bildiğiniz gibi Ico; dövüş, bulmaca çözme ve kaçışa odaklı bir oyundur. Bunun dışında fazladan ayrıntılarla insanı uğraştırmaz. Team Ico’nun da tam olarak yapmak istediği şey buymuş ve bunu da başarmışlar. Böylece bizim bu mükemmel atmosferden kopmamamızı sağlayabilmişler.

     Zaten oyunun sunumundaki sloganları da “Olabildiğince basit bir oyun yap”. Yalnız buradaki basit sözünün altında hiç de basit fikirler bulunmuyor. Basit sözcüğünü kelimenin tam anlamıyla “derinliği olan ama basit düzlemde” olarak düşünebilirsiniz. Peki; nasıl mı? Onu ancak oyunu oynayarak anlayabilirsiniz.
 
               İlk Oyuna Bir Bakış

Resmi sitesi: http://www.icothegame.com

     Oyunumuzun ana kahramanı Ico’nun yaşadığı köyde boynuzlu doğan çocukların lanetli oldukları ve çevresindekilerin başına türlü belalar getireceklerine inanılırdı. Ico doğduktan sonra da köyde bazı gariplikler meydana gelmeye başlar. Ico, 12 yaşına geldiğinde köye daha fazla lanet gelmemesi amacıyla köylüler onun varlığını silmek için köyden uzaklaştırılmasına karar verir. Bunun üzerine Ico, köyün Şaman’ı önderliğinde bir grup atlı ile deniz kıyısında, dev kayalıkların üzerinde bulunan oldukça büyük bir kaleye açlıktan ve soğuktan ölmesi için hapsedilir. Bu kalede herhangi bir yerleşim yoktur ve hiç insan yaşamaz; fakat kötü ruhların denetimindeki gölge canavarlar insanlardan daha büyük bir bela olacaktır.
 
Oyunun başında hikâye ile ilgili ayrıntılı bir açıklama yapılmadan Ico kaledeki bir mezara hapsediliyor. Ico’nun hapsedildiği bölümün altındaki yerin çökmesiyle karakterimiz serbest kalıyor. Ico serbest kaldıktan kısa bir süre sonra kalede bir kafesin içinde hapsedilmiş prenses Yorda ile karşılaşıp onu kurtarıyor. Yorda kaledeki bazı büyülü kapıları açabilmenin dışında herhangi bir özelliği olmayan bir karakter. Yine de o olmadan kaleden kaçmamız mümkün değil.

     Ico ve Yorda’nın macerası böylece başlıyor, fakat Yorda’nın peşinde aynı zamanda annesi olan kötü kraliçe vardır. Onun gölge savaşçıları sürekli Yorda’yı kaçırmaya çalışmaktadır. Onu kaçırıp küçük bir kara delikten içeri geçirdiklerinde her yer karanlığa bürünüyor ve yaşam yok oluyor. Hani Luis Ferdinand Celine’in “Gecenin Sonuna Yolculuk” adlı romanında gerçek dünyayı kastederek söylediği “Asıl korkulması gereken insanlardır, yalnızca onlar” sözü gibi Ico’da da korkulması gereken gölge yaratıklar, yalnızca onlar. Oyunumuzda onlar dışında herhangi bir boss veya yaratık ile de karşılaşmıyoruz.
Sayfa 4

     Oyun boyunca Yorda’yı kollamak, birbirinden eğlenceli ve zekice tasarlanmış bulmacaları çözmek, Yorda’nın atlayıp, tırmanamayacağı yerlerde elimizi uzatıp ona yardım etmek gibi yapmamız gerekenler şeyler var. Oyunun sonuna kadar elimizde sopa ve kılıç dışında herhangi bir silahımız bulunmadığından diğer oyunlardaki gibi büyü çeşitleri, silah geliştirme veya bol silah çeşitliliği ve hareketleri beklemeyin. Zaten gölge yaratıkları da öldürmek için sopa ve kılıç fazlasıyla yeterli oluyor. Yine de dövüşmeniz gereken yerler dışında Yorda’nın elinden tutup (R1 tuşu ile elinden tutabiliyoruz) hızlıca kaçmanızı tavsiye ederim. Oyunumuzun amacı kahraman olmak değil, hapsolduğumuz yerden kaçmak. İlk oyunun içeriğiyle ilgili daha fazla ayrıntı vermeyeceğim, zira oyunun zevkini kaçırmak istemem.
 
Sanat kolejinde okumuş olan Ueda Fumito; oyunun Avrupa ve Japonya sürümlerinin kapağını da bizzat tasarlamış. Aşağıda görebileceğiniz gibi oyunun kapağıyla ressam Giorgio de Chirico’nun (1888–1978) tablosu The Nostalgia of the Infinite’in arasında üslup anlamında çok büyük benzerlik var. Gölgelendirmeler, dev yapıların önündeki küçük insanlar, sütunlar, küçük pencereler, hatta gölgelerin düşüş yönü bile aynı. Dev mekânların yanında insanların küçücük kalması; insanların çaresizliğini gösteriyor. Zaten Ico’da da bir kahraman yok, “hayatta kalmaya çalışan iki çocuk var” desem sanırım tamamen doğru olur.
İnsanoğlunun yalnızlığını yansıtan ressamlardan birisi olan Giorgio de Chirico; Almanya’da eğitim görmüş, Friendrich Nietzsche ve Arthur Schopenhauer gibi kötümserliğin üst düzeyine çıkabilen filozoflardan da etkilenmiş. Ico ve Shadow of the Colossus’taki yalnızlık hissi, ilk oyunda yanımızda sürekli Yorda olsa da hissediliyordu. Oyun adeta iki kişilik bir yalnızlıktı. Ueda’nın bu aşamada “varoluşçuluk” (existentialism) gibi bir felsefi akımdan da etkilendiği oyunlarının atmosferinden de anlaşılabiliyor. Kim bir oyunun bu kadar sanatsal ve felsefi bir havaya sahip olabileceğini düşünebilirdi ki?

           The Nostalgia of the Infinite                  Ico'nun Japonya ve Avrupa Kapağı
      
 

Giorgio de Chirico'nun diğer eserlerine buradan ulaşabilirsiniz.
http://www.abcgallery.com/C/chirico/chirico.html
 
Sayfa 5

                           PS1 ve PS2 Versiyonları Arasındaki Farklar

     Oyunda grafik, animasyon ve oynanış olarak istedikleri birçok şeyi Playstation’da gerçekleştiremeyeceklerini anlayan ekip Sony’nin yeni konsolunun da çıkışına yaklaşıldığında projelerine Playstation 2’de devam etme kararı alır. Team Ico’nun yeni konsolda projeye devam etme kararıyla birlikte oyunda grafik ve animasyon anlamında da birçok değişiklik meydana geliyor. Öncelikle ana karakterlerimiz Ico ve Yorda’nın görünümü değişiyor. Yorda oyunun Playstation 1’deki versiyonunda boynuzlu gözükürken yeni versiyonda boynuzları olmadığı gibi gizemli bir karakter durumuna dönüşmüş. İlk sürümünde gölge savaşçıların yanı sıra insanlarla da dövüşüyorduk, fakat PS2’deki sürümünde birkaç çeşit olmakla birlikte sadece gölge savaşçılarla dövüşüyoruz.

     Yine oyunun PS1 sürümünde hikâyeyi vurgulamak için sinematikler kullanılmıştı, fakat PS2 sürümünde gelişmiş grafiklerin verdiği avantajla sinematiklerden vazgeçilmiş ve oyun içi görüntülerle de hikâye gayet başarılı bir şekilde vurgulanabilmiş. İki sürüm kıyaslandığında oyunu PS2’de gördüğümüz için şanslı olduğumuzu söyleyebilirim. Oyunun derin dünyasının PS1’deki haliyle hiç de hoş gözükmeyeceği Ico fanlarının ortak kanısı haline gelmiş durumda.

PS1 sürümünün videosuna buradan ulaşabilirsiniz.
 
           Shadow of the Colossus: İkinci oyuna bakış

Resmi sitesi: http://www.us.playstation.com/PS2/Games/Shadow_of_the_Colossus/OGS/

Karakterler:
Wander: Oyunumuzun ana karakteri
Mono: Ana karakteriz Wander’in kurtarmaya çalıştığı kadın
Agro: Wander’ın atı
Dormin: Wander’a Colossus’ları nasıl öldürmesi gerektiğini söyleyen varlık
Emon: Colossus’ları yok etmek için kılıcını çaldığımız Şaman

Mekânlar:
Forbidden Land: Oyunumuzun başında Wander’ın atıyla birlikte girdiği bölge. Oyunun tamamının geçtiği bölgeye verilen ad.
Shrine of Worship: Forbidden Land’in ortasında Mono’yu kurtarmak için Altar’ın üzerine koyduğumuz mekânın tamamına verilen ad.
Secret Garden: Shrine of Worship’in tepesindeki mekân. Bu gizli bahçe bir bakıma cennet bahçesi olarak da görülebilir.
 
Shadow of the Colossus (kod adı Nico yani Next Ico) hikâyesi Ico’dan önceki bir zaman dilimde geçiyor. İlk oyunu oynayanlar Shadow of the Colossus’un sonunda da iki oyunun bağlantısını zaten anlamışlardır.

     Oyunumuzun başında Wander, atı Agro’nun üzerinde Mono’yu taşıyarak Forbidden Land’e girer. Shrine of Worship’e giren Wander; Mono’yu Altar’ın üzerine koyduktan sonra Dormin’in söylediklerini yapmaya başlar. Wander buraya gelirken Emon adlı Şaman’ın kılıcını çalmıştır. Bu kılıç Forbidden Land’deki Colossus’ların yerlerini gösterdiği gibi, Colossus’ların üzerindeki “Magic Sigil” yani kılıcımızı saplayacağımız zayıf noktalardaki işaretli yerleri de gösteriyor. Wander bir an önce Colossus’ların yerini bulmak için harekete geçer, çünkü Emon onun buraya geleceğini bildiğinden kısa bir süre sonra Forbidden Land’e gelecektir.
 
Sayfa 6

Her Colossus öldürdüğümüzde Shrine of Worship’teki Colossus’ları temsil eden heykellerden birisi parçalanmaktadır. Toplamda 15’ten fazla (tam rakamı oyunu oynamamış olanlar vardır diye söylemiyorum) heykel parçalamak zorundayız. Oyun boyunca da sadece bu Colossus’ların yerini bulup onlarla savaşmamız gerekiyor. Bunların dışında herhangi bir savaşa girmiyoruz. Yine de düşman sayısının azlığı sizin kafanızda olumsuz bir soru işareti yaratmasın. Birkaç dev düşman öldürüp bitirebileceğiniz sıradan bir oyunla karşı karşıya değilsiniz. Team Ico; Shadow of Colossus’u yapabilmek için tam 4 yıl çalıştı. Ortalama olarak iyi bir oyunu yapmak için 2 yıl gerektiğini düşünürsek Shadow of the Colossus için ne kadar çaba sarf edildiğini tahmin edin.


     Ico ile Shadow of the Colossus birbirleriyle bağlantılı oyunlar olsa da -hatta devam oyun olarak kabul edilmesi gerekse de- konsept olarak birbirlerinden çok farklı oyunlar olduklarını söyleyebiliriz. Shadow of the Colossus’ta Ico’daki gibi bulmaca çözme olayı neredeyse hiç yok. Bulmamız gereken tek şey yaratıkların zayıf noktaları ve her ne kadar kılıcımız bunları yerini genel olarak gösterse de yine de dikkatimizi vermemiz ve nerede olduklarına kafa yormamız gerekiyor, aksi takdirde herhangi bir Colossus’u öldürmemiz mümkün değil. Bunu bir çeşit bulmaca olarak görebiliriz.
 
     Ico’da düşmanlarımız kendi boyutumuzdaki gölge savaşçılar iken, Shadow of the Colossus’ta en küçük yaratık bizim 4-5 katımız büyüklüğünde üstelik bizim 100 katımızdan daha büyük olanlar da var. Karada olanlar kadar, suyun altında ve gökyüzünde de bu yaratıklarla savaşacağız. Atımız bazen bu savaşlarda bize yardım edecekken, bazen de Colossus’larla teke tek yüzleşmek zorunda kalacağız. Her ne kadar ilk oyunun hayranları Shadow of the Colossus’taki bu aksiyon bolluğuna tepkili olsalar da hepsinin bu oyunu da çok sevdiğine eminim. Her iki oyunun da klasikler arasında girdiği inkâr edilemez.
 
                                                  Bu efsaneye herkes katılmalı
 
    Seri hakkında daha fazla ayrıntı vermek hiç kuşkusuz oyunların tadını kaçırabileceğinden her iki oyundan da bu kadar bahsetmenin yeterli olacağı düşüncesindeyim. Seriyi oynamak isteyeceklere tavsiyem oyunun her ayrıntısını araştırmaları ve Ico serisinin muhteşem atmosferini hissetmeleridir. Özellikle oyunu oynarken hayran kalacağınıza emin olduğum müziklerine resmi soundtrack albümleri yoluyla ulaşabilirsiniz. Bu yazıda Playstation 3 için çıkacak olan serinin 3. oyunu The Last Guardian’dan (kod adıyla Trico) bahsetmedim, çünkü ortada bir video dışında pek bir ayrıntı bulunmamakta. The Last Guardian hakkında bilgiler gelmeye başladığında bir öninceleme ile bütün ayrıntıları aktaracağımızdan emin olabilirsiniz.