Mount & Blade: With Fire and Sword
Gökhan Yılmaz

Sayfa 1

     Mount & Blade’i ilk duyduğumda (2005 yılıydı sanırım) bağımsız olarak geliştiriliyordu. Uzun süren beta döneminde oyun gittikçe popülerleşiyor, beta olmasına rağmen satın alanlar artıyordu. Sonrasında 2008 yılında piyasaya sürüldü ve pek çok bağımsız oyun ödülü kazandı(Independent Game). Ankara’da ikamet eden TaleWorlds, oyunun çıkışı ile birlikte popülerliğini arttırmaya devam ederken, Mount & Blade hayranlarını daha da memnun edecek çalışmaları sürdürmeyi ihmal etmedi. Bir buçuk sene sonra gelen Mount & Blade: Warband, oyunun senaryo modundan daha ön plana çıkan multiplayer modları ile serinin zirve yapmasını sağladı. Bu arada TaleWorlds, Paradox Interactive ile anlaştı ve uluslararası arenada ilk defa bu kadar büyük başarı sağlayan bir Türk yapımına imza attı.

     Şimdi ise aradan geçen bir yılın ardından serinin yeni ek paketi olan With Fire and Sword elimize geçti. With Fire and Sword, TaleWorlds’ün desteğiyle Sich Studio tarafından geliştirildi. Warband ile aynı oyun motoru üzerine inşa edilen With Fire and Sword, ek paket olmasına rağmen tek başına oynanabiliyor (Stand-alone). 17. yüzyılın Avrupa’sında geçen hikayesi ve bazı karakterleri Nobel ödüllü Henryk Sienkiewicz’ın aynı ismi taşıyan kitabından alınmış.
     Mount & Blade’e yabancı olanlar için kısa bir tanımlama yapacak olursak taktiğinizi belirleyeceğiniz strateji türünün, bolca kan dökeceğiniz ve asıl aksiyonun döndüğü TPS oynanışın ve derin bir RPG’nin birleşimi diyebiliriz. Açık dünyaya sahip haritasında köy köy, şehir şehir dolaşarak görevler yapıyor, yanınıza paralı askerler alıyor, ticaretle uğraşıyor, askerlerinizi arttırarak kişisel ordunuzu kuruyor, lordlarla samimiyeti ilerletmek için çalışıyor, krallar deviriyor, esir düşüyor veya kendi krallığınızı kurabiliyorsunuz. Kısacası Mount & Blade: With Fire and Sword sizi günlerce başında tutacak bir Yeni Çağ dönemi RPG’si.

     Dönemin gerçek Avrupa şehirlerini barındıran oyunda Ruslar, Polonyalılar, İsveçliler, Kırımlılar ve Kazakların hükmettiği topraklarda tarafınızı seçiyorsunuz. Ayrıca yolculuğunuz boyunca Kral John Casimir, Tsar Alexei Mikhailovich ve Bogdan Khmelnitsky gibi tarihi karakterlerle etkileşime geçerek onların güvenlerini kazanabiliyor ve hizmetlerine girebiliyorsunuz.
     Karakterinizi yaratarak tek kişilik senaryoya başladığınızda tüm ulaşımı üzerinden sağlayacağınız oyun haritası sizi karşılıyor. Burada yakınlaştırma / uzaklaştırma yapabilir, ülkelerle olan ilişkilerinizi takip edebilir, aldığınız görevlere bakabilir, Inventory’nize erişebilir ve emrinizdeki adamları kontrol edebilirsiniz. Harita üzerinde rastgele dolaşan yüzlerce NPC (Yapay zekalı karakter) bulunuyor. Ülkelerini korumak için devriye gezen irili ufaklı ordular, haraç kesen eşkiyalar ve değerli yük taşıyan kervanlar kendi görevlerini gerçekleştirirken, haritada karşınıza neyin çıkacağı hiç belli olmuyor. Bu da ikinci bir oynayışınızda tamamen farklı bir deneyim kazanacağınız anlamına geliyor. Zaten Mount & Blade serisini tekrar tekrar oynanabilir kılan şey, bu özellik ve sizin yönelebileceğiniz seçeneklerin çokluğu.

     Haritadaki şehirlerden birine girdiğinizde kaleye girerek şehri kontrol altında tutan soyluyla görüşmek, şehrin sokaklarında dolaşarak halkın nabzını tutmak, yeni askerler kiralayabileceğiniz, esirlerinizi satabilceğiniz köle tüccarlarının ve diğer NPC’lerin bulunduğu tavernaya gitmek, şehrin yöneticisi ile görüşmek ve eşyalar alıp satabileceğiniz, ticaret yapabileceğiniz pazar alanına gitmek gibi seçenekler çıkıyor. Görevlerinizi genellikle buradaki şehir yöneticilerinden ve soylulardan alıyorsunuz.
Sayfa 2

     Tek kişilik oyunu saatlerce farkına varmadan oynamanıza neden olacak pek çok detay bulunuyor. Öncelikle oyundaki serbestliği büyük ölçüde hissediyorsunuz. İsterseniz hiçbir görevle uğraşmayıp ve hiçbir soyluyla muhatap olmadan kendinizi sadece ticarete verebilirsiniz. Oyundaki en iyi para kazanma yöntemi, malları ucuz oldukları şehirlerden satın alıp pahalı oldukları yerlere taşıyarak satmak ya da bu iş için kervan tutmak. Kısa sürede ticaretin inceliklerini öğrenip kendinize devasa ordular hazırlayabilir ve önünüze gelen kaleyi işgal edebilirsiniz. Bu nedenle oyundaki ana hikayeyi aslında kendiniz yazıyorsunuz.

     “Neden Warband’den sonra With Fire and Sword oynamalıyım?” sorusuna gelirsek, yeni harita, görevler, şehirlerinizi geliştirme seçenekleri ve bunlar gibi değişiklikler bir yana, oynanışı tamamen değiştiren ateşli silahlar cevabını verebiliriz. Artık burada bir önceki oyuna göre daha farklı düşünmek zorundasınız. Çünkü artık savaşlardaki orduların yarısı misket tüfeği ve tabanca kullanıyor. Bu ateşli silahlar yaya göre çok daha fazla hasar veriyor fakat hedef oranı çok düşük ve tekrar yükleme süreleri çok yüksek.
     Mesela savaşlarda yanyana dizilmiş tüfekli askerler, üzerlerine gelen düşmana karşı aşırı derecede etkili oluyorlar. Fakat düşman yakına gelirse (Özellikle de atlı birliklerse) hızlı bir şekilde hattı dağıtarak silahlarını tekrar yüklemeye çalışan ve sağa sola kaçışan askerleri bir bir avlıyorlar. Atlılar hızlı bir şekilde ilerledikleri için vurulma ihtimalleri daha düşük oluyor fakat atları ölür de düşmanın ortasında yere düşerlerse linç ediliyorlar. Bu nedenle oyundaki üç farklı sınıftan (Süvariler, uzak menzilliler ve piyadeler) hangisini seçerseniz seçin, savaşın sonunda ayakta kalan olabilmek için avantajlarını doğru kullanmanız ve ne yaptığınızı iyi bilmeniz gerekiyor.

     Multiplayer ve tek kişilik savaşlarda sınıfların bu özelliklerinden başka oyuna önemli derecede etki eden diğer iki etken ise hız ve nişangâh oluyor. Yapacağınız her hareketin hızı tek tek özel olarak dengelenmiş. Merdivenden çıkarken, silah doldururken, bayır aşağı inerken, mızrak kullanırken, silahsız koşarken kısacası yapacağınız her hareket dengeyi sağlamak için ayarlanmış. Burada yanlış olduğunu düşündüğüm şeyler merdiven çıkma ve misket tüfeğini doldurmak için harcadığımız vakit. Merdiven çıkmak gerçekçi olmayacak şekilde yavaş, misket tüfeği ise gerçekçi olmasına rağmen oyunun dengesini bozacak derecede yavaş işliyor (Tabancalar gibi hareket ederek de doldurulmuyor, bu nedenle hedef tahtası oluyorsunuz). Diğer etken olan nişangâh, yaylarda daha küçükken (Oku hemen atmazsanız büyüyor) ateşli silahlarda daha açık tutulmuş. Ayrıca at üzerinde sadece sol tarafınıza doğru ok atabiliyorsunuz ki hem taktiksel gereksinimi hem de gerçekçilik açısından güzel düşünülmüş bir detay.
     Multiplayer’da ya da botlara karşı oynayabileceğiniz 8 farklı oyun modu (Deathmatch, Team Deathmatch, Kale kuşatması...vs) bulunuyor. Bu oyun modlarına yeni eklenmiş olan Captain Team Deathmatch’te her oyuncunun emrine bir miktar asker veriliyor ve onları da yöneterek savaşıyorsunuz. Bu sayede çok daha büyük savaşlara tanık olabiliyorsunuz.

     Sıra görselliğe gelince, önceki oyunlarda olduğu gibi With Fire and Sword’un da en zayıf noktasına varıyoruz. Serinin bir önceki oyunlarıyla aynı grafik motorunu kullandığı için grafiklerde ve animasyonlarda fazla değişiklik beklemeyin. Yeni zırhlar, kaplamalar ve şehirler gibi ayrıntılar oyunun daha güzel görünmesini sağlamış olsa da, genel olarak pek iyi görünmüyorlar. Fakat özellikle şehir detaylarının artması güzel bir gelişme olmuş (Moskova’da Kremlin’in ve Aziz Vasil Katedrali’nin bulunması gibi). Ayrıca oyun motorunun avantajı olan düşük lag özelliği (Onca oyuncuya ve animasyona rağmen) burada da bulunuyor.