Haftalık öneri yazılarımıza altıncısı ile devam ediyoruz. Bu hafta “Mutlak Sıfır” adlı takipçimizin tavsiye ettiği Inside’ı sizlere önermek istiyorum, ancak Inside’ı öneriyorsak Limbo’yu da önermeden olmaz. Sizlerin de tavsiye ettiği bağımsız yapımlar varsa ve özellikle az bilinen oyunlarsa yorumlar kısmına yazmayı unutmayın. Bir sonraki hafta sizin önerdiğiniz oyunu yazımıza konu olarak seçebiliriz.
Bu öneri yazılarında az bilinen oyunlar gibi bir konsept altında da kalmayacağız. Örneğin; The Last of Us Part II yayınlanmadan bir iki hafta önce The Last Of Us’ın ilk oyununu önerebiliriz. Bunun sebebi tavsiye ettiğimiz oyunu, o hafta içerisinde oynamanızın daha iyi olacak olması. Eğer bilindik bir oyunu önerirsek; yazının içeriği oyunu tanıtmak yerine, oyun için bir inceleme veya oyun hakkında konuşmak istediğimiz şeyler tarzında olacaktır. Şimdi önerdiğimiz oyuna geçelim.
Limbo
Daha önce önermiş olduğum oyunlar kadar duyulmamış bir oyun olmasa da bu popülerliğine ve kalitesine rağmen hala oynamayan oyuncular var. Hatta Limbo’nun neredeyse her platformda ücretsiz dağıtılmasına rağmen. Bu yazıyla da hem oynamayanları bir kez daha ikna etmeye çalışacağım hem de Limbo’nun neden güzel bir oyun olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Limbo, yayıncılığını ve geliştiriciliğini Playdead’in yaptığı ilk kez 2010 yılında yayınlanan bir bulmaca platform oyunu. Bağımsız oyunların çok da popüler olmadığı ve çok da dikkat edilmediği bir dönemde çıktı Limbo. Aslında oyunun en büyük başarısının da oyun dünyasına yaptığı katkı olduğunu söyleyebiliriz. Evet, belirli bir kesim tarafından bağımsız oyunlar kontrol ediliyordu, oynanıyordu veya geliştiriliyordu. Ancak Limbo’nun elde ettiği başarıdan sonra bağımsız oyun sektörü de oldukça büyüdü. Tabii aynı dönemlerde çıkan Minecraft’ın da oldukça büyük bir katkısı var. Ama Minecraft’a göre Limbo, sadece basit bir oyunun da çok başarılı olabileceğini gösterdi. Çıktığı yıl onlarca ödül topladı. Sonrasında çok fazla Limbo türevi oyun da çıktı elbette.
Tabii basit bir oyun dedim diye de anlamsız basit bir oyun olduğunu sanmayın. Çok derin bir hikayesi ve altında yatan mesajlar, zorlayıcı bulmacalar ve tek bir tonda oluşan grafikleri ile muazzam bir görsellik. Ormanda başlıyor hikayeniz ve bir kızı arıyorsunuz. Hikâye aslında bundan ibaret. Ama hikâyenin asıl etkili olduğu nokta oyunun isminden geliyor: Limbo. Eğer oyunu oynamadıysanız spoiler vermeyelim, sizler de eğer Limbo’nun anlamını bilmiyorsanız oyunu bitirdikten sonra bakın ki hikâye sizin için daha anlamlı bir hale gelsin. Bu kısımda size verebileceğim tek tavsiye oyunun giriş kısmını ve son kısmını daha dikkatli izleyin ve oynayın.
Hikâye dışında sizi oyun içinde tutan bir de bulmaca faktörü var tabii. Oyunun bulmacaları bir şeyleri çekmek, itmek veya zıplamak üzerine kurulu. Bulmacaların neredeyse hepsi gitmeniz gereken yere nasıl gideceğinizi bulmanız üzerine kurulu. Üstüne düşünüp plan yapmanız gereken bulmacalar dışında, aksiyonun sonda olduğu ve çok hızlı bir şeyleri çözmeniz gereken bulmacalar da bulunuyor elbette. Çoğu zaman da bir bulmacayı yanlış çözerseniz veya çözemezseniz kontrol ettiğiniz çocuk çok vahşi bir şekilde ölüyor. Çocuğun ölümüne tepkiniz genel de “of, üf, uf” gibi tepkiler oluyor. Kontrol ettiğiniz karakter öldüğünde oyunun yüklenme hızı çok hızlı olduğu için hız kesmeden oyuna devam edebiliyorsunuz ve oyun sürekli kendi kayıt aldığından hep son kaldığınız yerden başlıyorsunuz. Genel olarak bakıldığında da bulmacaların zorluk ve tasarım anlamında muazzam olduğunu söyleyebilirim.
Sizin fark edeceğiniz gibi oyunun görselliği siyah beyaz bir tona sahip. Bu da aslında oyunun zaten depresif olan moduna daha fazla girmenizi sağlıyor. Oyun zamanında görsel tasarım olarak da çıktığı yıl çok fazla ödül almıştı. Sadece karakterin silueti çizilerek duygular muhteşem yansıtılmış.
Çok kısa bir şekilde müziklerden de bahsetmek istiyorum. Oyunun başından sonuna kadar ortam sesi var. Bunun dışında da sizi gerecek ya da ortama ayak uydurmanızı sağlayacak bir ses var. Müzik demek biraz yanlış olabilir bilmiyorum. Ya da müzik yok demektense “akılda kalıcı bir müzik yok” da diyebiliriz. Oyunun sesleri kötüymüş gibi algı yaratmasın bu arada, ses anlamında gerçekten kaliteli bir iş çıkartmışlar.
Dediğim gibi Limbo zaten oldukça popüler bir oyun. Çoğu insan bu oyunu oynamıştır, ancak bu zamana kadar oynamadıysanız daha fazla beklemeyin. Oyun karşı bir şüpheniz olmasın, gerçekten çok keyifli bir oyun ve herkese hitap ediyor. Oyun şu anda neredeyse her platformda bulunuyor: Xbox 360, PlayStation 3, Microsoft Windows, OS X, Linux, Xbox One, PlayStation 4, PlayStation Vita, iOS, Android.
Oyun daha önce birçok kez ücretsiz olarak sunuldu. Özellikle indirimlerde de çok uygun fiyatlara satılıyor. Kullandığınız platformun mağazasına mutlaka bakın.
Inside
Limbo’nun çıkışının ardından tabii ki stüdyonun sıradaki oyunu için heyecanlandım. Duyurulduktan sonra da heyecanlı bir bekleyiş sürecine girdim. Elbette bir AAA oyunu kadar heyecanlanıp oyunu beklemedim ama stüdyonun nasıl bir şey yapacağını, başarılı yaptıkları oyuna yeni bir şeyler ekleyebilecekler mi, yoksa sadece grafik tarzını ve hikayesini mi değiştirecekler merak ettim. Oyun 2016 yazında yayınlanınca da direkt satın aldım. Galiba hatırladığım kadarıyla oyunun çıktığı haftalarda oynayabilecek fazla oyun da yoktu. Oyunun çıktığı gün alıp ertesi gün bitirdim.
Açık konuşmak gerekirse bir Limbo kadar sevmedim. Ancak bunun sebebi cidden Limbo’dan kötü olması mı, yoksa Inside’tan büyük beklentilerimin olması mı bilmiyorum. Inside, temelde yine aynı oyun aslında. Çok derin ve anlaşılması zor bir hikâyeye ve yine kaliteli bulmacalara sahiplik ediyor. Limbo’nun hikayesine göre çok daha eleştirel ve kaliteli olduğunu söyleyebilirim.
Oynanış açısından da öyle büyük değişiklikler yok. Zaten daha fazla ne eklenebilir bu tarz bir oyuna bilmiyorum. Inside’ın bulmacaları da yine Limbo gibi yola nasıl devam edeceğinizi bulmanız üzerine kurulu. Spoiler olmasın, ancak hikâyenin ilerleyişinden dolayı oyunun bazı yerlerinde farklı bulmaca tarzları geliyor ve gerçekten keyifli bölümler.
Görsellik açısından da yine oldukça başarılı. Çıktığı yıl hem oyunun görselliği sayesinde hem de oyunun kendi kalitesi sayesinde yine çok fazla ödül aldı. Sizin de fark edebileceğiniz siyah beyaz görsel tarzından bu oyunda kurtulmuş. Limbo’ya göre evet, daha renkli bir oyun ama kesinlikle aynı depresifliği, aynı karanlığı size yansıtıyor. Zaten baktığınızda da gerçekten renkli duran tek şey kontrol ettiğimiz karakter.
Oyunun müzikleri de aynı Limbo’da olduğu gibi. Net bir müzik yok, ancak oyundaki tüm sesler sizi oyunun atmosferine çok daha iyi sokuyor.
Inside, Limbo kadar olmasa da gayet popüler bir oyun ve çoğu kişinin oynamış olduğunu düşünüyorum. Ancak yine oyunu oynamadıysanız, Inside’ı da mutlaka oynamalısınız. İki oyunu da oynamayanlar, indirim zamanlarında Limbo + Inside paketlerini her platformda bulabilir. Sahip olduğunuz platformun mağazasına bakmayı unutmayın.
Oyun şu anda Xbox One, PlayStation 4, Nintendo Switch, Microsoft Windows, iOS ve Mac OS platformlarında erişilebilir durumda.