Haftalık Oyun Önerisi 01: HOB

Özgür Eroğlu

Haftalık olarak yayınladığımız dizi ve film tavsiyesi yazılarımız gibi, yine haftalık olarak oyun tavsiyesi yazısı da yayınlayacağımızı söylemiştik. İlk oyun tavsiyesi yazımızla karşınızdayız. Bu yazılarda dikkat etmeye çalışacağımız nokta; önerdiğimiz oyunların, önerdiğimiz sırada indirimde olması.
 
Ayrıca bu öneri yazılarında az bilinen oyunlar gibi bir konsept altında da kalmayacağız. Örneğin; The Last of Us Part II yayınlanmadan bir iki hafta önce The Last Of Us’ın ilk oyununu önerebiliriz. Bunun sebebi tavsiye ettiğimiz oyunu, o hafta içerisinde oynamanızın daha iyi olacak olması. Eğer bilindik bir oyunu önerirsek; yazının içeriği oyunu tanıtmak yerine, oyun için bir inceleme veya oyun hakkında konuşmak istediğimiz şeyler tarzında olacaktır. Şimdi önerdiğimiz oyuna geçelim.
 
HOB
 
 
Önereceğimiz ilk oyun, yayıncılığını ve geliştiriciliğini Runic Games’in yaptığı, 2017 yılında yayınlanan aksiyon macera oyunu Hob. Geliştirici stüdyoyu daha önce Torchlight ve Torchlight II oyunlarından tanıyor olabilirsiniz. Aynı Torchlight oyunlarında olduğu gibi bu oyunda da oldukça renkli bir dünya kullanılmış. Oyunun tür olarak baskın geldiği nokta, aksiyon. Elbette aksiyon dışında macera türü de ağır basıyor. Bu iki ağır basan türün dışında oyunda; bulmaca ve platform öğeleri de bulunuyor. Oyunun barındırdığı türleri biraz daha ayrıntılı anlatarak oyunu sizlere tanıtayım.
 
 
Aksiyon: Az önce de dediğim gibi oyunun en temel noktası diyebileceğimiz noktası kesinlikle barındırdığı aksiyon dinamikleri. Oyuna başladıktan kısa bir “evreni tanıtma” bölümünden sonra size büyük bir el ve bir adet kılıç veriliyor. Bu büyük elinizle, bazı büyük kapıları direkt olarak açabiliyorsunuz ya da kılıcınızla düşmanlarınıza karşı mücadele edebiliyorsunuz. Gittiğiniz her yeni bölgede yeni düşman çeşitleri çıkıyor. Ancak bu noktada uyarmam lazım, oyunun grafikleri ve renk tonu nedeniyle çoğu düşman oldukça tatlı gözüküyor. Bu yüzden bazen sadece doğada dolaşan tatlı hayvanlara da saldırabilirsiniz. Bu yüzden düşmanın düşman olduğunu anlamak ve tatlı bir ceylanı öldürmemek için önce düşmanın size saldırmasını bekleyin. Zaten bir süre sonra oyuna alışıp düşmanların kim olduğunu anlayabiliyorsunuz.
 
 
Oyunun savaş dinamiklerine bakacak olursak aslında sadece kılıç salla, saldırıdan kaç ya da kalkanla kendini koru gibi bir mekaniğe sahip. Kontrolcü ile oynandığı zaman gayet akıcı bir oynanışa sahip olduğu gibi, mouse - klavye ikilisiyle de oldukça akıcı bir şekilde oynayabiliyorsunuz. Her ne kadar savaş sistemi basit gözükse de topladığınız bazı yeşil boncuklar sayesinde, oyunun içerisinde bulunan yükseltme bölümünden çeşitli yükseltmeler satın alabiliyorsunuz. Bahsettiğim büyük elinizi “kalkan olarak kullanma” özelliği; oyunun size verdiği bir yetenek değil, yeşil boncukları toplayıp marketten almanız gerekiyor. Bunun dışında da gayet uzun bir liste içerisinden istediğiniz yetenekleri alarak kendi savaş tarzınızı yaratabiliyorsunuz. Yine aynı marketin içerisinde görünümünüzü değiştirebileceğiniz bir bölüm de var ama çok bahsetmeye gerek yok.
 
 
Kullanabileceğiniz kılıç dışında bir de bahsettiğim o büyük eliniz var. Bu elinizi de normal yumruk veya güçlendirilmiş yumruk gibi seçeneklerle silah olarak kullanabiliyorsunuz. Normal yumruğu tavsiye etmiyorum çünkü oldukça yavaş. Ancak güçlendirilmiş yumruk düşmanları dağıtmak için oldukça etkili. Yine de bu yumruğunuzu da savaş içerisinde kullanmanız, oyunun tempolu savaşını biraz yavaşlatıyor. Bu güçlendirilmiş yumruğunuzu genelde duvarları kırmak için kullanıyorsunuz.

Oyundaki bazı düşmanları sadece kılıç sallayarak öldürebiliyorsunuz, bunlar için minyon diyebiliriz. Sayıları oldukça fazla ancak birkaç vuruşta ölüyorlar. Bir de ara sıra çıkan ve sayıları az olan düşmanlar var. Bunları öldürmek için ise neredeyse hepsinin kendisine ait küçük bulmacasını çözmeniz gerekiyor. Örneğin; yuvarlanarak üstünüze gelen bir düşman çeşidi var ve kalkanından dolayı kesinlikle vuramıyorsunuz. Bu yüzden önce duvar önlerinde bekleyip matador gibi davranıp kalkanını kırmanız gerekiyor. Sonrasında normal bir düşman gibi davranabilirsiniz. Aslında aksiyon bölümünü bitirirken oyunun bu noktada God of War’u andırdığını söyleyebilirim. Neden benzediğini ise macera türünü konuşurken anlatayım.
 
 
Macera: Hob, açık dünyaya sahip bir oyun. Ancak size yapmanız gereken şeyleri yapabilmeniz için belirli bir alan veriliyor ve işlerinizi orada hallediyorsunuz. Evet; istediğiniz zaman rahat bir şekilde, işiniz olmayan yerlere gidebiliyorsunuz ama görev alma gibi bir özellik olmadığı için, işinizi yapmanız gereken yer dışında bir yere gitmek istemiyorsunuz. Zaten o kadar da büyük bir haritaya sahip değil. Oyunda sizi gezmeye itecek tek şey, yeşil boncukları toplamak için sağa sola gizlenmiş olan hazineler. Yeşil boncuk dışında yine başka işlere yarayan boncuk çeşitleri de bulunuyor. Bunları da yine etrafı dolaşarak bulabiliyorsunuz. Oyunu God of War’a benzettiğim nokta da bu kısım zaten. Aynı God of War’da olduğu gibi; canınızı arttırmak, yeni özellik kazanmak veya yeşil boncuk toplamak için ana görevden çok da uzaklaşmadan, dip köşelere bakarak bu tarz şeyleri bulabiliyorsunuz.
 
 
Oyun görselliği yüzünden sizi oldukça ferahlatıyor diyebilirim. En sevdiğim noktalardan biri de oyunda diyalog olmaması. Küçük sesler veya tepkiler ile karakterlerin ne dediğini ve hikâyeyi anlamaya çalışıyorsunuz. Ve oyunun barındırdığı bulmacalar sizi dünyayı gezmeye teşvik ettiği için sürekli yeni canlılar görüyorsunuz veya manzarası güzel bir yere gidiyorsunuz. Oyunun hikayesinden bahsetmeyeceğim ancak Journey tarzında, sizin anlam çıkarmanız gereken bir hikaye olduğunu söyleyebilirim.
 
 
Bulmaca: Bulmaca türü de oyunun önemli noktalarından birisi. Oyundaki bulmacalar, gitmeniz gereken yerin neresi olduğunu anlamak ve oraya nasıl gidileceğini bulmanız üzerine dayanıyor. Oyunun çok da geniş olmayan dünyasında kaybolmak gibi bir seçenek elbette bulunmuyor, ancak genelde gidebileceğiniz birkaç yer bulunduğu için nereye gideceğiniz konusunda kararsız kalıp kafanız karışabiliyor. Çoğu zaman, gidebileceğiniz yerlerin her birinde bir şey yapıp asıl gitmeniz gereken yolu açıyorsunuz. Çok zor bulmacalara sahip değil kısacası, ancak dikkatsiz bir şekilde oynuyorsanız, gitmeniz gereken yeri gözden kaçırıp boş boş dolanabilirsiniz. Ayrıca oyunda bir de harita mevcut ve aslında gitmeniz gereken yeri gösteriyor. Tabii gitmemiz gereken yere direkt olarak gidebileceğimiz kapı hep kilitli olduğu için, yine oyunu keşfedip o kapıyı açmanız gerekiyor.
 
 
Platform: Oyunda bulunan platform öğeleri oldukça fazla diyebiliriz, ancak kesinlikle sizi zorlayacak türden değil. Ana karakterin net bir zıplayışı olmadığı için zaten çoğu yerden zıplayamıyorsunuz. Yaklaşık 1 saat oynadıktan sonra nerelerden zıplayabildiğiniz net bir şekilde anlıyorsunuz ve rahatlıkla ilerleyebiliyorsunuz. Bu kısımdaki tek sıkıntı ise oyundaki kamera açısı ile kontrollerin birbirine uymaması. Karaktere göre mi kendinize göre mi yöneteceğinize karar veremediğiniz zaman, özellikle de riskli bir noktada bulunuyorsanız bazen düşebiliyor ve sinir olabiliyorsunuz. Neyse ki düştüğünüz zaman, tekrar gitmeniz gereken yer o kadar da zorlayıcı olmuyor.
 
Kimler Oynamalı?

Şu sıralar oynayabileceğiniz bir oyun yoksa eğer, mutlaka denemenizi öneriyorum. Hali hazırda oynadığınız bir oyun varsa da Hob’u indirim zamanında yakalayıp kenarda bekletebilirsiniz. Yazıyı yetiştirmek için çabaladığım şu sıralarda da oyun, Epic Games üzerinde ücretsiz olarak veriliyor, 9 Nisan saat 18.00’a kadar. Eğer yazıyı 9 Nisan’dan sonra okuyorsanız Steam’de de 31,00 TL’ye satılıyor. 20 TL’nin altına düştüğünde alınabilir. PlayStation 4 ve Nintendo Switch’te de bulunuyor oyun, ancak fiyatı gereği PC’de oynamak daha mantıklı.