Ghostrunner İlk Bakış

Özgür Eroğlu

 
Cyberpunk 2077’nin çıkışının yaklaşması ile birlikte çok fazla cyberpunk evreninde geçen oyun görmeye başladık. Şahsi olarak çok sevdiğim bir evren ve bu yüzden de bu evrende geçen çoğu yapımı tüketmeye çalışıyorum. Geçtiğimiz haftalarda da cyberpunk evreninin içerisinde geçen Mirror’s Edge tarzında bir oyunun demosu yayınlandı.

Mirror’s Edge’e tam olarak aşina değilseniz kısaca özetleyeyim. Birinci şahıs bakış açısına sahip sadece koştuğunuz ve zıpladığınız bir oyun. Oyunun amacı ise size parkur sporunu en azından bir oyun ile hissettirebilmek. Mirror’s Edge ilk oyunu ile güzel bir başarı yakalasa da ikinci oyunun açık dünya yapılmasıyla işleri biraz kötü hale getirdi diyebilirim. Bugün ilk bakış yapacağım oyun ise Cyberpunk ve Mirror’s Edge’i bir araya getiren, hatta yer yer Super Hot’tan da esintiler gördüğümüz Ghostrunner.
 
 
Ghostrunner; yayıncılığını All in! Games’in yaptığı, geliştiriciliğini ise One More Level, 3D Realms ve Slipgate Ironworks’ün yaptığı bir oyun. Tema olarak dediğim gibi cyberpunk bir evrende geçiyor. Tür olarak ise aksiyon demek doğru olur, ancak oyunu tam olarak da açıklamaz elbette. O yüzden oyunu biraz tanıtayım.

Eğer Mirror’s Edge oyununa aşinaysanız bu oyunun tarzına da aslında aşinasınızdır. Duvarlarda yürüdüğünüz, oradan oraya zıpladığınız, kısaca parkur sporunu yaptığınız bir oyun Mirror’s Edge. Ghostrunner da tam olarak böyle, ancak cyberpunk bir evrende geçtiği için, elbette bu evrenin bazı avantajları da var. Mesela duvarda istediğiniz kadar koşabiliyorsunuz, daha hızlısınız ve bir kancanız var. Bunun dışında Mirror’s Edge’den en farklı olduğu nokta ise elinizde bir kılıç olması. Oyunun diğer mekanikleri de bu kısımda devreye giriyor.
 
 
Az önce de söylediğim gibi duvarlarda istediğiniz gibi koşabiliyorsunuz, sadece durduğunuzda düşüyorsunuz. Bunun dışında kancanız ile yetişemediğiniz yerlere doğru daha uzun bir zıplayış yapabiliyorsunuz. Bir de zamanı yavaşlatıp mermilerden kaçabildiğiniz ya da ileri doğru hamle yapabildiğiniz bir özelliğe sahipsiniz. Evet mermilerden kaçıyorsunuz, çünkü oyunda sizi öldürmeye çalışan düşmanlar bulunuyor. Oyunun en keyifli bölümü de zaten bu bölüm. Elinizde bir kılıç bulunuyor ve atlayarak zıplayarak düşmanların dibine kadar gidip tek bir kılıç darbesiyle düşmanlarınızı öldürebiliyorsunuz, ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta var oyundaki düşmanlarda tek bir silah atışı ile sizi öldürebiliyor. Yani bir bölümü bitirmek istediğinizde başından sonuna kadar hiç vurulmadan hareket etmeniz gerekiyor. Bahsettiğim zamanı yavaşlatma mekaniği de işte burada devreye giriyor. Öncelikle oyundaki düşmanların inanılmaz bir nişan alma yeteneği olduğunu söylemeliyim. Bu yüzden yerinizde 1 saniye bile kaldığınızda sizi anında öldürüyorlar. Ancak ileriye doğru zıpladığınızda karşıdan sizi nişan alan kişi için çok fazla bir yer değişikliği yapmamış olursunuz ve sizi rahatça öldürebiliyor. İşte bu kısımda ileriye doğru hamle yaparak size ateş eden kişinin hemen yanına gidiyorsunuz. Ya da ileri doğru hamle yapma tuşunuza basılı tutarak zamanı bir süreliğine sizin dışınızdaki şeyler için yavaşlatıyorsunuz ve sağa veya sola giderek üstünüze gelen ateşten kaçıyorsunuz, tuşu bıraktığınızda da karakteriniz yine otomatik olarak ileriye atlıyor ve çok karizmatik bir hareket yaprak düşmanınızı öldürüyorsunuz. Havada asılı kaldığınız durumlar dışında sürekli bir hareket halinde olduğunuz için o sıralarda çok fazla vurulma ihtimaliniz yok.
 
 
Oyunun en başarılı olduğu noktalardan biri de temposu. Oyun, bölüm bölüm tasarlanmış, yani bir yere geliyorsunuz ve tasarlanan parkurun içerisinde oradan oraya zıplayıp düşmanları öldürüp diğer bölüme geçiyorsunuz. Bu geçişler sırasında varsa yeni bir oynanış mekaniği tanıtılıyor, yoksa da size dinlenmeniz için biraz zaman tanıyor. Evet, dinlenmeye kesinlikle ihtiyaç duyuyorsunuz, çünkü oyunun temposu çok yüksek, kesinlikle herhangi bir şekilde parkurun içinde dinlenemiyorsunuz. Öldüğünüzde de oyun sizi parkurun en başına atıyor ve bu kısımda bir yükleme süresi olmadığı için oyundan kopmuyorsunuz. Elbette ilk başta hazırlanan parkuru tanımak ve düşmanların yerini tam olarak öğrenmek için birkaç kere ölebilirsiniz. Ancak oyunun temposundan dolayı bu ölmeler çok da fazla rahatsız etmiyor. Ayrıca oyunun atmosferine daha iyi girebilmeniz için de mükemmel müzik seçimleri yapılmış. Hızlı tempolu, elektronik müziklerle hem cyberpunk evreni hissediyorsunuz hem de oyunun temposuna daha rahat ayak uyduruyorsunuz. Demoda çalan müziği dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz. Oyunun nasıl bir tarzı olduğunu size daha iyi anlatacaktır. 
 
 
Oyunun görsel açıdan da tatmin ettiğini söyleyebilirim. Bazı ufak hatalar meydana geliyor elbette, ama oyunun demo olduğunu da unutmamak gerekiyor. Kullandıkları renk paletiyle de cyberpunk bir evrende olduğunuzu sonuna kadar hissettiriyor. Kısacası oyunun demosu gayet başarılı. Ancak unutmamak gerekiyor buraya kadar anlattığım her şey demo için geçerli. Yaklaşık yarım saatlik bir oynanışı var demonun ve size oyunu tanıtmak üzerine kurulu.

Oyunun tam sürümü çıktığında ise bazı hataları olabilir, oynanış süresi gibi. Oyunun hikâye modunu öncelikle çok uzun tutmamaları lazım ya da ilerledikçe yeni oynanış mekanikleri eklemeleri lazım. Şu ana kadar anlattığım mekaniklerle oyun ortalama 4 saatten sonra tekrara binmeye başlar ve oyuncuları sıkmaya başlar. Böyle bir sorun çıkmaması için de oyunun hikâye modunu dediğim gibi 4 saat gibi bir sürede tutup başka oyun modları eklenebilir. Örneğin; böyle bir oyuna mutlaka “Meydan Okuma” modu eklenmesi gerekiyor. Geliştiricilerin tasarladığı bölümlerde süreye karşı yarışmak dışında, oyuncuların kendisi de kendi bölümlerini tasarlayabilmeli ve başka oyuncular oynayabilmeli. Hem oynanış süresini oldukça uzatır hem de çok daha keyifli bir oyun haline gelir.
 
 
Ghostrunner’ın demosu ne yazık ki şu anda mevcut değil, ancak oyunun bu yıl içerisinde PlayStation 4, Xbox One ve PC için çıkması bekleniyor. Buraya tıklayarak oyunun Steam sayfasına ulaşabilirsiniz. Geliştirici ekibe destek olmak için de oyunu istek listenize ekleyebilirsiniz.