Haftalık dizi ve film önerilerimizin on dördüncüsü ile birlikteyiz. Bu hafta yine iki farklı film ile sizlerle birlikteyiz. Filmlerin temasına ise bilim kurgu diyebiliriz sanırım. Diğer öneri yazılarımıza da buradan ulaşabilirsiniz.
Bu tavsiye yazılarında az bilinen yapımları önerme veya belli bir konsept yoktur. Örneğin Cyberpunk 2077 öncesi herkesin bildiği Blade Runner filmini de Cyberpunk 2077’ye hazırlık amacıyla önerebiliriz. Az bilinen yapımlar ve kaliteli yapımlar dışında, o hafta izlemenizin daha iyi olacağını düşündüğümüz yapımlar da önereceğiz. Şimdi önerilerimize geçelim.
Film Önerisi: High Life
Yönetmenliğini Claire Denis’in yaptığı High Life’ın başrolünde Robert Pattinson bulunuyor. Filmin senaristliğini Claire Denis ve Jean-Pol Fargeau üstleniyor. 1 saat 53 dakikalık filmin geriye kalan oyuncuları ise şu şekilde: Juliette Binoche, André Benjamin, Mia Goth, Jessie Ross, Mia Goth, Agata Buzek ve Lars Eidinger.
High Life, ömür boyu hapis cezası alan suçluların artık hapis dışında başka bir tercihte bulunabildiği gelecekte geçen bir film. Bu yeni tercihleri ise uzaya gönderilmek. Ömür boyu hapis cezası yiyen suçlular eğer isterse şanslarını uzayda gerçekleştirilen bir deneyde deneyebiliyorlar. Ancak bu deney ile ilgili bilmedikleri önemli bir şey var.
Her şeyden önce filmin baya sakin başladığını söylemek gerekiyor. Film, Robert Pattinson’ın yani Monte karakterinin bir bebek ile yaşadığı bir uzay gemisinde başlıyor ve bir süre sonra da hikâye geçmişe gidiyor. Küçük kafa karışıklarıyla başlayan film yavaş yavaş her şeyi açıklıyor, ancak dediğim gibi yavaş yavaş açıkladığı için biraz sabırlı olmanız gerekiyor. Filmin yavaş yavaş açıldığı bölümde de hem Monte’nin bebek ile kaldığı zamanı hem de uzay gemisindeki ilk zamanları ayrıntılı bir şekilde işliyor. Elbette “her şeyi” ayrıntılı bir şekilde anlatmıyor, sadece filmdeki zaman atlayışlarının arasında neler yaşandığını ve genel olarak evreni tanıtabilecek şeyler işleniyor.
High Life’ın da biraz sanat filmi tadında olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Özellikle klasik bir bilim kurgu filminde evrenin tanıtımı gibi bir olayı High Life es geçiyor. Bunun yerine spesifik olarak tek bir olaya ve karakterlere odaklanıyor. Film arka planını her ne kadar oldukça merak ettirse de filmin anlatmaya çalıştığı ve anlattığı şeyi izlemek de oldukça keyifli. Özellikle yönetmenlik ve oyunculuk başarısı gerçekten muazzam. Bildiğiniz gibi yönetmen sahneyi kafasında kurar, oyuncuya söyler ve oyuncu da duyguyu en iyi şekilde hissettirebilmeye çalışır. Daha filmin başlangıç sahnelerinde Monte yani Robert Pattinson eline bebeği tutarken kısa süreli elektrik gider gelir. Robert Pattinson o sırada sadece yaptığı ufak bir hareketle, bu durumun oldukça korkunç bir durum olduğunu hissettirebiliyor. Filmin başından sonuna kadar genellikle mimiksiz ve duygusuz oynayan Robert Pattinson, karakterin tüm çaresizliğini, sinirini, korkusunu ve sevincini muazzam oynamış. Sadece karakterin yürüyüşü sayesinde tüm duyguları anlayabiliyorsunuz.
Ayrıca son olarak belirteyim, filmin sonunda çalan gerçekten de güzel bir şarkı bulunuyor.
Buraya tıklayarak şarkıyı da dinleyebilirsiniz. Hem sözleri hem de şarkının ritmi filmin atmosferini ve duygusunu da size biraz hissettirebilir. Şarkıyı söyleyen kişinin Robert Pattinson olduğunu da belirteyim.
Genel olarak toparladığımda ise hikayesi, oyunculukları, yönetmenliği, atmosferi ve görselliği ile gerçekten izlenilmesi gereken bir film. Her ne kadar uzayda geçen bir film olsa da bilim kurgu yönü çok fazla ağır basmıyor. Bu yüzden bunu bilerek izlerseniz daha fazla keyif alabilirsiniz. Ayrıca filmin 5 farklı ödülü ve 13 farklı adaylığı bulunuyor.
Film Önerisi The Vast of Night
Andrew Patterson’ın yönetmenliğini yaptığı filmin senaryosunu da yine Andrew Patterson ve Craig W. Sanger yapıyor. 1 saat 31 dakikalık filmin oyuncuk kadrosunda ise Sierra McCormick, Jake Horowitz, Gail Cronauer ve Bruce Davis bulunuyor. Filmin en çok dikkat çeken yanı ise hikâyenin işlenişi ve yönetmenliği diyebilirim.
Bir santral operatörü ve bir radyo programcısının şans eseri keşfettikleri frekansın aslında frekanstan öte bir şey olduğunu ve tüm dünyayı etkileyecek bir şey olduğunu keşfetmelerini konu alıyor.
Film ile ilgili anlatılacak çok fazla şey var aslında. Öncelikle yönetmenden başlayalım. Andrew Patterson’ın yönettiği bu film, yönetmenin ilk filmi. Bundan önce belki çok küçük projelerde çalışmıştır, ancak hem kısa hem de uzun metraj olarak resmi ilk filmi. Ancak bunu filmde bir saniye bile hissettirmiyor, sanki yılların tecrübesi gibi sahneler kullanılmış. Özellikle filmin ilk 1 saatinde sahneler sadece birkaç kez kesiliyor. Yani “cut” denilen şeyden sadece birkaç tane var ve bu da filmin ilk 1 saatinin neredeyse tek çekim olmasını sağlamış. Tek çekim yapılması da sadece bir yönetmenlik şovu yapayım diye konulmamış. Filmin hikâye kurgusunu iyice pekiştirmek için kullanılmış. Zaten sadece birkaç saatin içinde geçen olaylar anlatılıyor ve karakterler de olaylar da çok hızlı ilerliyor. Filmin son bölümüne kadar sanki tek nefeste izliyormuşsunuz gibi oluyor ve sonrasında olaylar çözülmeye başlıyor ve siz de karakterler gibi tekrar nefes almaya başlıyorsunuz. Özellikle bir küçük bir oyuncak arabayla çekildiğini düşündüğüm bir sahne var. Sahne geldiğinde neden bahsettiğimi ve ne kadar güzel olduğunu anlayacaksınız zaten.
Elbette tek çekime yakın bir film olunca da oyunculuklar oldukça önemli oluyor. Sizin için pek bir şey değişmese de oyuncu için işler oldukça zor bir duruma geliyor. Bu filmin bu açıdan da muazzam derecede başarılı olduğunu söyleyebilirim. Neredeyse hiç tanınmayan oyuncular kullanılmış ve özellikle başrolde olan iki isim muazzam bir oyunculuk sergilemiş. Filmin ilk 20 dakikası sadece yürürken konuşan insanlarla geçiyor ki bazılarınızın bu kısımda sıkılabileceğini tahmin ediyorum, böyle bir durumda lütfen filme değil karakterler odaklanın. Yürüyerek geçilen sahnelerden sonra da filmin aslında konuşmalar üzerinden ilerlediğini söyleyebilirim. Durum böyle olunca da diyalogların kalitesi de öne çıkıyor ve burada güzel bir başarı yakalanmış.
Gelelim hikayesine. Sonuçta bu filmi en çok izletecek şey yönetmenliği veya oyunculuğu değil. İnsanları içine çeken en önemli şey her zaman hikayesi olmuştur. Bu filmin de zaten içine çeken merak ettiren ve kendini izleten bir hikayesi var. Ancak asıl başarı hikâyenin işlenişinde. Filmin oldukça düşük bir bütçesi var. Düşük bir bütçeyle film yapmak zor bu zaten aşikâr. Ancak bilim kurgu filmi yapmak çok daha zor. Düşük bütçeli bilim kurgu filmi yapıldığında da hikâyenin işlenişi ve diyaloglar oldukça önemli bir rol alıyor. Bu film de aynı The Man From Earth filminde olduğu gibi hikâye anlatıcılığı ile bilim kurgu yükünü sırtlanmış. Birçok Doctor Who bölümünde de görebiliyoruz bunu. Bu da gerçekten filme inanılmaz bir keyif katmış. Hikâyenin ne olduğunu veya detayların anlatmayı gerçekten çok isterdim ama spoiler olsun istemem elbette. Size tavsiyem de konusuna sadece benim yazdığım konuya bakarak izleyin filmi. Daha fazlasını araştırırsanız filmdeki en öneli duyguyu çöpe atmış olursunuz.
Toparladığımda ise kesinlikle her açıdan çok başarılı bir film olduğunu söylemeliyim. The Vast of Night’ı film izlemeyi seven herkese öneriyorum. Düşük bütçe ile nasıl bilim kurgu filmi yapılabileceğini çok güzel bir şekilde göstermiş film. Ancak bu filmi X Files veya Twilight Zone severlere kesinlikle tavsiye ediyorum. Mutlaka izleyin, lütfen izleyin. Twilight Zone’un veya X Files’ın kaliteli bir bölümü gibi bu film ki zaten yer yer bu iki diziye de göndermeler bulunuyor. Memnun kalacağınız bir 1,5 saat vaat ediyorum size.