Bazı anılarımız vardır ki hiç unutmayız, belki kafanızı yardığınız ve dikiş attırdığınız bir hatıranız veya ilk konsolunuzu aldığınız bir doğum günü ya da ağlayarak okula başladığınız ilk gün. Hani öyle anılardır ki siz ve belki yakınlarınız hiç unutmaz, ama Jodie’nin çok daha farklı anıları var, tüm dünyanın unutamayacağı… Bizimkiler sıradan ve önemsiz kalıyor onun doğaüstü hatıralarının yanında.
Beyond: Two Souls, bizleri Jodie ve ona hapsolmuş Aiden isimli bir ruhun 15 yıllık bir serüvenine sürüklüyor. Jodie’nin 8 yaşından 23 yaşına kadar olan hayatından belli başlı dönemlerine ve kırılma noktalarına tanıklık ediyoruz. Nasıl bir çocukluk geçiridiğini, ufakken yaşadığı korkularını, arkadaş çevresini, özel operasyonlara nasıl katıldığını ve aslında Aiden’ın yaşamına nasıl bir etki ettiğini öğreniyoruz.
Beyond’da bizleri son derece detaylı bir dünya bekliyor. Çok çeşitli yerlerde bulunuyoruz ve bunların hepsi tıka basa doldurulmuş. Nerede bulunuyorsak o yerle ilgili tüm ayrıntılar yerleştirilmiş. Örneğin Jodie’nin çocukluğundan bir sahneye geçecek olursak evin noel arifesinde veya hemen sonrasında bir dönemde olduğunu rahatlıkla anlıyabiliyoruz. Camdan dışarı baktığımızda duygu yüklü düşüncelere sürükleyen karlı bir sahne, dışarıdaki soğuktan bizleri koruyan şömine, yılbaşı ağacı, kıyafetler, mutfak eşyaları herşey normal bir ev hayatındaki görüntüyü yakalamak için unutulmamış.
Bu evde tek başına yaşayan çocuğun sıkıldığı hayat son derece iyi yansıtılıyor. Jodie’nin hayatının belirli dönemlerine tanıklık ediyoruz ve çevredeki objelerle etkileşimlerimiz, Jodie’nin kendi kendine veya Aiden’la konuşmaları, çevreye karşı gösterdiği davranışları ile tüm bunlar az oyunda görebileceğimiz kadar gerçekçi. Yani atmosfer sizi alıp götürüyor, tam da yapımcıların aktarmak istediği dünyaya. Tabii hislerin bu kadar ön planda olduğu bir oyunda en büyük etkenlerden biri de karakter animasyonları ve ifadeler. Özellikle Ellen Page ve Willem Dafoe’nun oyunculuk performansları ve bunların Beyond’a aktarılması sektördeki en büyük başarılardan biri.
Ses konusunda da yine benzer bir kalite bulunuyor zira müziklerin bestelenmesi Lorne Balfe ve ona eşlik eden Hans Zimmer tarafından üstlenilmiş. Seslendirmelerde ise aktörlerin kendi seslerini duymak son derece sevindirici. Sinematik yapıya uygun yüksek bütçeli bir iş çıkarılmış.
Senaryo bounca Jodie’nin hayatının üç farklı dönemini yönetiyoruz ve ilerleyiş sürekli farklı zaman dilimlerine atlatıyor. Yani linear bir şekilde ilerlemek yerine geçmişe ve sonrasına atlamalar yaşıyoruz. Bu hikayeyi takip etmemizi zorlaştırıyor ve sürekli kopukluklar yaşatıyor. Yani Jodie’nin hayatındaki kilit noktaları ve anları yaşıyoruz ama tam bir döneme adapte olmaya alışırken birden tamamen alakasız bir zamanına geçerek farklı bir karakteristikle karşılaşıyoruz. Bu atlamalar oyundaki gizem havasını pekiştirmiş diyebiliriz ama hikaye ilerleyişi bir süre sonra olayların açığa çıkmasıyla klişeleşmeye ve bu havanın kalmamasına neden oluyor. Bir noktadan sonra “Ha bu yüzden böyle olmuş demek ki” veya “Hmm bu kız demekken küçükken şöyle bir olay yaşamış” dediğimiz kısımlar kayboluyor ve parçaları birleştirmek yerine dağınık oyun yapısıyla baş başa kalıyoruz.
Peki bu hikayedeki rolümüz ne kadar yoğun diye soruyor olacaksanız, Heavy Rain örneğini verip çok daha az etkimiz olduğunu söyleyebiliriz. Heavy Rain bile etkileşimin az olması nedeniyle oldukça eleştirilmişti fakat David Cage ve ekibi bunu Beyond’da daha da abartmış. Etkileşimimiz o kadar az ki tüm oyunu tablet üzerinden oynayabilirsiniz, özellikle bazı sahneler bir kaç tuş dokunuşuyla geçilebiliyor. Karakteri yönlendirmek gibi etrafı gezeceğiniz sahneler ise genelde etkileşimin bulunduğu bir kaç obje ve bunlara eşlike edecek Quick Time Event’larla süslenmiş. Yani oyunu oynamak yerine çoğunlukla izliyoruz ve bu da interaktif film konusunun bir kez daha açılmasına sebep oluyor. Kontrol ettiğimiz ve izlediğimiz sahneler arasında öylesine geçişler yaşanıyor ki kontrol edip etmediğinizi anlamadığınız yerler oluyor. Az önce kendisi koşan Jodie’nin kontrolü bir anda size geçip de afallamanıza neden olabilir. Hatta bazı yerlerde kontrol etseniz bile bir etkinizin olmadığını görüyorsunuz, veya basmanız gereken tuşlara basmadığında hiçbir şeyin değişmediğini, ki bu oldukça moral bozucu bir durum. Motorsiklet kullanımının bize sunulup da gitmenin veya ters yöne sürmenin hiç bir etki etmediği bu takip sekansı gibi. Sanki komşunun ufak çocuğuna boş kolu vermişsiniz de oynadığını sanıyor.
Bu denli az etkimizin olduğu bir oyunda “Oyuncu” olarak bu kadar az etki edebilmek, kendimizi oradaki karakterin yerine koymamıza büyük engel teşkil etmiş. Yani tüm olayları daha çok filmlerde izlediğimiz karakterlere empati yapmak gibi yaklaşıyoruz.
Elbette Beyond: Two Souls’un akıllarda kalacak güzel sahneleri de bulunuyor, kaç tane oyunda dilenip para kazanmaya çalışan evsizlerin hayatına tanıklık edebilirsiniz ki? Bu ve bunun gibi özel sahneler oyun dünyasında karşılaşacağınız eşsiz deneyimler sunuyor. Daha fazla örnek vermek isterdim ama bunların oyuncuya kalmasını tercih ediyorum.
Son olarak da tablet ve akıllı cihazların desteğiyle oyunu iki kişi oynama seçeneği bulunmakta. Böylece bir kişi Aiden veya Jodie’yi dokunmatik ekrandan kontrol ederken diğer kişi gamepad’le öbür karakteri kontrol edebiliyor, elbette yine sırayla.
Beyond: Two Souls, prodüksiyon kalitesiyle ve oyuncularının performanslarıyla kesinlikle ama bakın kesinlikle eşsiz bir deneyim sunuyor. Oyun dünyasının bu tip orijinalliklere ve duyguların ön plana çıkartıldığı yapımlara ihtiyacı var. Ama Quantic Dream bu deneyimi yaşatırken vermiş olduğu kararlar nedeniyle olayı basitleştirmiş. Bir çizerge çekip de bir ucuna filmi, diğer ucuna oyunu koyarsak Beyond: Two Souls film kısmına daha yakın kalıyor. Bizden genel olarak 7.5 puan alıyor.