Uzay pek çokları için bilimkurgunun beşiğidir. Sonsuzluğa uzanan bu diyarın büyüklüğü bizi heyecanlandırır ve ürkütür. Bilinmezlik pek çok kurguyu da beraberinde getirir. Ancak tüm bu bilim kurgu hikayelerinden öte uzay şahsen benim için yalnızlığın kocaman bir simgesidir. Yalnızlıkta en büyük ittifakımız ise biz oluruz yine...
Helsinki Üniversitesinde öğrenim gören 2 öğrenci, boş vakitlerini değerlendirmek amacıyla başlamışlar The Swapper’ın geliştirmeye. Çeşitli etkinliklerde gösterilen oyun büyük beğeni toplamış ve bağımsız yapımcılar dayanışma kurulundan para desteği almış. Bağımsız Oyun Festivali’nde de bu desteğin yerindeliğini vurgulayacak biçimde taçlandırılmış, çeşitli kategorilerde ödüle layık görülmüş bu güzide yapımı.
The Swapper, atmosferi solumanız için tüm niteliklere sahip 2 boyutlu bir platform/bulmaca oyunu. Uzay gemimizin yakıtı tükendiği için mecburen iniş yaptığımız Theseus isimli terk edilmiş bir araştırma merkezinde çıktığımız kurtuluş yolculuğuyla başlıyor her şey. Bir süre sonra bu araştırma merkezinde zihninizi bulandıran tuhaf kayalar üzerinde çalışıldığını öğreniyoruz ve kafayı tırlatmadan sıvışmanın çarelerine bakıyoruz. Bunun için enerji kaynaklarına ulaşarak kapıları açmalı ve geçitleri aktive etmeniz gerekli. Kısa süre içinde de yolculuğumuza bambaşka bir kimlik kazandıran bir edavatla tanışıyoruz: Klonlama cihazı. Oyunun neden bu kadar saygı gördüğünü ise bu noktadan sonra daha iyi görebiliriz. Öncelikle belirtmek isterim ki The Swapper kesinlikle muhtemel bir Portal klonu değil. İlk bakışta aklınızda böyle bir izlenim bırakabilir ama irdelendiğinde yapımın kesinlikle kendine has bir dili, bulmaca anlayışı ve atmosferi olduğunu söylemek lazım.
Klonlama cihazı sayesinde kendiniz dışında sizden öte, sizden ziyade 4 klonunuzu daha oyun alanına davet edebiliyor ve istediğiniz yere konuşlandırabiliyorsunuz. Klonlar ana karakterle eş zamanlı hareket edip, eş zamanlı tepkiler veriyor. kontrolünüzdeki karakter bir yere sıkışıp hareket kabiliyeti kısıtlansa bile şayet klonlar serbestse, verilen yön komutlarına tepkileri devam ediyor. Ayrıca klonlama esnasında zaman yavaşlatılarak size yer seçme konusunda kolaylık sağlanmış. Klonlarla etkileşime geçtiğinizde veya gördüğünüz bu ışık noktalarına uğradığınızda klonların varlığına son vermiş oluyorsunuz. Böylece bulmacanızı çıkmaza sokan yanlış konuşlandırdığınız klonları ortadan kaldırabiliyorsunuz. Yolculuğumuzun hemen başında bulacağınız bir diğer aparatsa klonlar arasında geçiş yapmamıza, yani istediğimiz klonu oyunun esas adamı haline getirmenizi sağlıyor. Sahip olduğumuz bu yetenekler karşısında çetinceviz bir harita var. Metroid ve Castlevania gibi oyunları deneyim etmiş olanların hatırlıycakları Metroidvania düzenine sahip haritamızda kimi kapıları açmak için zaman zaman iadei ziyaretler gerçekleştiriyoruz.
Aperatif bulmacalarla giriş yapılan oyunda ilerleyişiniz farklı engel çeşitleriyle zorlaştırılıyor. Örneğin mavi ışığın bulunduğu bölümlerde klonlama yapamıyor, kırmızı ışıklı bölümlerde klonlar arası geçişler sağlayamıyorsunuz. Çeşitlendirilen engellerle birlikte seviye atlayan bulmacalar klonları belli konumlara oturtma ve konumlar arası sıralama yapmanın ötesine geçiyor. Zamanla yarıştığınız, klonlar arası mesafeleri gözettiğimiz kurgularıyla çözmesi eğlenceli, zekice tasarlanmış bulmacalara sahip bir yapım var karşımızda. Oyunun bir diğer keyifli yanıysa kullanımımıza sunulan yeteneklerin esnek olması. The Swapper başlangıç aşamasında oyun mekaniklerini öğrettikten sonra işinize kavuşmuyor çünkü oyun mekanikleri deneme - yanılma yöntemi ve kendi yeteneklerinizi tekrar tekrar keşfederek bulduğunuz çözüm yollarıyla da sizi sıkmayacak bir yapıya sahip.
Klon bile olsalar kurtuluşumuza önderlik eden benlik parçalarımızı yok etmek insana tuhaf bir his veriyor. Bulmacayı halledip yolumuza koyulurken buhar olup uçan klonlar; size büyük bir iyiliği dokunan birini paçavra gibi kullanıp atıyormuşsunuz gibi bir suçluluk duygusu veriyor. Öteki yandan bu klonların öyle yada böyle sizin bir parçanız olduğunu düşünürsek, bu yalnız ve terk edilmiş istasyondan kurtulmaya çalışırken aslında ürkütücü bir paradoksun içinde buluyoruz kendimizi.
Atmosferin bu denli güçlü ve derin olmasında yapımcıların piksel sanatı yerine el çizimi grafiklere yer vermesi büyük bir etkiye sahip. Çizimden de ziyade hamur veya çamur sanatıyla şekil verilmiş bir dünya var karşımızda. E tabii buna ışık oyunları ve sis etkenleri de girdiğinde görsel olarak kesinlikle tatmin edici bir oyunla karşılaşıyoruz. Ve tüm bu atmosferin tamamlayıcı parçası olan müzikler; dingin, gizemli, meraklı, şaşırtıcı tonlarıyla The Swapper’ın belgesel tadındaki müzik albümü oldu bittiye getirilmemiş bir emeğin eseri olarak kulaklarımızda yankılanıyor.
Artık ben, ben miyim? Yoksa oluşturduğum yüzlerce klondan birisi mi? Acaba kendimi daha kaç defa geride bıraktım...Hatırlayamıyorum... Hangi noktada kendimi kaybettiğim bile zihnimden silinmiş. Ancak bir oyuncu olarak, şayet bulmaca çözmekten hoşlanıyorsanız The Swapper’ın atmosferini solumanızı, en azından indirime girdiğinde edinmenizi istiyorum. Ortalama 6 saat uzunluğunda süren The Swapper, bizce kaçmaz efendim...