Çıktığı andan itibaren oyun dünyasını şaşırtan ve kendisinden sonraki oyunları etkileyerek, onlara ilham kaynağı olan pek çok oyun gördük şimdiye kadar. Açık dünya dinamiğini ilk kez hayatımıza sokan oyundan, mobil platformları şahlandıran Angry Birds'e kadar olan, oyun dünyasının gidiştanı değiştiren 20 oyunu, bu yazımızda sizler için bu yazıda derledik.
20-) Angry Birds
Angry Birds için akıllı telefon çağının Tetris’i desek bir çoğunuz katılırsınız. Çünkü akıllı telefonlara sahip olan herkes; amcanız olabilir, komşu teyzeniz olabilir, en az bir defa bu oyunu oynamıştır. Angry Birds aynı zamanda eğlenceli ve ucuz oyunların da bağımlılık yapabileceğini, şarjlarımız bitene kadar bu oyunları oynayabileceğimizi kanıtlıyordu.
2009’da ilk kez karşımıza çıktığında bile mancınığı çekip bırakmak, kuşlarımızla domuzcukları yok etmekten yeterli keyfi alıyorken, yapımcı Rovio Entertainment yerinde saymak yerine oyunu sürekli geliştirme yoluna gitti. Her oyunda, oyun içi dinamikleri yukarı çekmeyi başaran bu yapım karşımıza Star Wars etiketiyle çıkınca ayrıca keyiflenmiştik.
Angry Birds’ün akıllı telefonlar için üretilen birçok oyunun önünü açtığını söylemek yanlış olmaz.
19-) Metal Gear Solid
Metal Gear Solid 1998’de piyasaya sürülünce birçok yönüyle endüstriye yeni bir nefes getirdi. Modern oyunlarda gizlenme mekaniğini ve sinematik hikaye anlatımını efektif olarak ilk kez kullan yapım diyebiliriz.
David Hayter’ın etkileyici Snake performansı ve Hideo Kojima’nın yarattığı dünya, Metal Gear Solid’in birçoğumuz için vazgeçilmez bir seriye dönüşmesini sağladı. MGS'in, o dönemde PlayStation’a çıkan çoğu oyunun aksine, hikayeyi Full Motion videolar yerine oyun esnasında başlayan cut-scene'leri kullanması her oyuncu için yeni bir tecrübe olmuştu. Daha önce görmediğimiz bu teknik ile sanki bir aksiyon filminin içindeymişiz gibi hissetmiştik. Her karakterin ayrı bir seslendirme sanatçısı olması, hikaye kurgusunun mükemmelliği, en ufak detayların bile hikaye için çok önemli olması, bizi televizyon ekranının başında alıkoymuştu. Serinin yeni oyunlarını sabırsızlıkla bekler hale gelmiştik.
MGS serisi piyasaya çıkan her oyunuyla kendi tarzındaki oyunlar için çıtayı hep yukarıya çekti. Bu yüzden MGS’i günümüzdeki aksiyon macera yapımlarının önünü açtığını ve kalitesini arttırdığını gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.
18-) Snake
Bugünlerde işler çok iyi gitmese de, Nokia, 90’lı ve 2000’li yılların başında mobil telefon piyasasının tek lideriydi. Çıkardıkları farklı şekildeki telefonlar ve kullandığı yeni teknolojiler ile cebini dolduran Nokia’nın bir yapımı biz oyunseverler için de önemli bir yere sahip: Snake.
Ekranda rastgele çıkan yemekleri kenardaki duvarlara veya kendimize çarpmadan toplayarak en yüksek skora çıkmaya çalıştığımız Snake, 90’lı yılların çocukları için büyük eğlence kaynağıydı. Annelerimizin, babalarımızın telefonları alıp dakikalarca oynadığımız sonra da azar işittiğimiz bir oyundu. Kendi 3310’larımızda, Snake oynamak, besteleyiciyi kullanarak telefona zil sesleri yüklemek ile birlikte vakit öldürmek için idealdi.
Snake mobil telefonlarda oyun oynanabileceğini kanıtlayan ilk oyundu. Snake şimdilerde milyar dolarlık paralar dönen koca bir sektörün atası.
17-) Final Fantasy VII
JRPG’lerin tüm dünyaya yayılmasında çok büyük bir yere sahip Final Fantasy serisinin yedinci oyunu. Final Fantasy VII, daha önceki başarısız denemelere nokta koyan ve sadece Asyalılara değil tüm RPG severlere hitap eden bir oyundu.
Bu serinin tarihçesinden bahsetmek gerekirse, yapımcı Squaresoft platform olarak Nintendo’nun SNES’ini kullanıyordu. Ama yapımcının yedinci oyunda gelişen teknolojileri kullanmak istemesi, SNES’in yetersiz olması sebebiyle, serinin PlayStation’a doğru yelken açmasına sebep oluyordu. FF VII, 1997’de 3 CD olarak piyasaya sürülmesiyle, MGS ile birlikte oyun sektöründe yeni bir çağ başlatıyordu. Daha önce görülmemiş cut-sceneler ve RPG ögeleri oyuncuların bir filmin başrolüymüş gibi hissetmesini sağlıyordu.
PlayStation’ın teknolojisini kullanmasıyla beraber Final Fantasy serisinin ve JRPG türünün dünyaya açılması gerçekleşiyordu. Final Fantasy VII’nin, Amerika ve Avrupa’da önemli başarılar kazanarak oyun dünyasındaki köklü değişimi başlatan oyun olduğunu düşünüyoruz.
16-) Half Life
Half Life, MGS’in Hollywoodvari patlama, havaya uçma sahnelerini kullanmasının aksine daha gerçekçi bir hikaye sunuyordu. FPS bakış açısıyla kontrolümüzdeki kahramanımız Gordon Freeman ile özdeşleşmemiz, gösterişten uzak sürükleyici hikayesini onun gözüyle tecrübe etmemiz, Half Life’ı unutulmaz oyunlar arasına sokuyordu.
Detaylara verilen büyük önem, pek de alışık olmadığımız bir durumdu. Hikayenin her detayı üzerinde düşünülmesi, bunun akıcılıkla yapılmış olması karşımıza oynaması keyifli bir oyun çıkartmıştı. Diğer karakterler arasındaki konuşmalar sebepsiz değildi ve sanki onlarında gerçekten bir hayatları varmış hissi yaratıyordu. Etraftaki her eşya ve her karakter bir hikayede bir yere sahipti.
Half Life, FPS oynanışına da devrine göre büyük artılar getiriyordu. Geliştirilen yapay zeka ile hem takım arkadaşlarımız, hem düşmanlarımız artık mantıklı kararlar verebiliyordu, en azında ortalıkta öylece dolaşmıyorlardı. Ayrıca ilk defa efektif olarak kullanılan script sahneler, o senelerde görmeye alışık olmadığımız ama sonraları neredeyse her oyunun vazgeçilmezi olacak bir teknoloji olarak görücüye çıkıyordu.
Bahsettiğimiz bu yeniliklerin ve geliştirmelerin 1998 senesinde yapıldığını göz önünde bulundurursak, Half Life büyük saygıyı hak ediyor.
15-) Shenmue
Sıradaki oyunumuz olan Shenmue, Sega’nın Dreamcast’ine özel olarak çıkarıldığı için pek çoğumuz tarafından bilinmeyen, ama oyun endüstrisine getirdiği yeniliklerle adından hala söz ettiren bir oyun.
1999 senesinde piyasaya sürülen Shenmue, kendisine yapılan 70 milyon dolarlık yatırım ile GTA IV’e kadar en çok para harcanan oyunlar listesinin birinci sırasında kalmıştır. Finansal olarak Sega’yı mutlu edemeyip, firmanın başına büyük sorunlar açsa da, bizim bahsetmek istediğimiz nokta sektöre getirdiği yenilikler.
Shenmue keşfedilmeyi bekleyen tamamen açık dünyası ile oyunseverlere daha önce tatmadıkları hisleri, akıcı öyküsüyle beraber vermişti. Babasının katillerinin peşinden koşan bir gencin hikayesini anlatan oyunda, bize verilen neredeyse her eve girme, her çekmeceye bakma, kısacası her şey ile etkileşime geçme seçeneği bizi olmadığımız kadar özgür hissettirmişti.
Yaşayan bir şehir, seslendirilen NPC’ler, üzerinde düşünüldüğü belli olan detaylar, minik oyunlar ve daha bir sürü şey GTA V’in bize 2013’te yaşattıklarının benzerini 1999 senesinde yaşatmıştı. Finansal sorunlar sebebiyle ikinci oyun ile sona erdirilen serinin, üçüncü oyunun yapılması için halen daha Sega’yı mail yağmuruna tutanlar var ki, haksız sayılmazlar.
14-) Call Of Duty 4: Modern Warfare
Call of Duty serisinin yerinde saydığını söyleyecek okuyucularımız vardır. Haksız sayılmayacakları nokta oyun motorunun yerinde sayması ama bunu göz ardı edersek, özellikle multiplayer kısmındaki geliştirmelerin hızlı ve arcade oyunları seven oyunseverlere çok keyif verdiği bir gerçek.
Yukarıda saydıklarımız özelliklerin bu oyunda karşımıza çıkması sebebiyle Call of Duty 4: Modern Warfare, serinin mihenk taşı. FPS anlayışını, II. Dünya Savaşından kurtaran ve günümüz şartlarına uygun olası bir III. Dünya Savaşı senaryosu üzerinde kurgulanan Modern Warfare, singleplayer modunda yine başarılı bir senaryoya sahipti. Ama asıl önemli kısım multiplayer moduydu. Oyuncuların silahlarını kişiselleştirmeleri, seviye atladıkça açılan yeni silahlar, kill-streak ödülleri, multiplayera köklü yenilikler getiriyordu. Bu mekaniklerin bir kısmını daha önce Halo’da görsek de, Call of Duty serisine cuk oturduğunu belirtelim.
Serisine ve oyun dünyasına getirdiği yenilikler bir çok oyuncuyu
CoD’a bağımlı hale getiren bir oyundu COD 4. Geçtiğimiz jenerasyonun en önemli oyunlarındandı.
13-) Goldeneye 007
Goldeneye geliştirilene kadar FPS oyunlarının hemen hemen hepsi PC'ye özeldi. 1997’de Goldeneye’ın piyasaya sürülmesi ile Nintendo 64 sahipleri televizyonlarının başına geçip, parmakları kanayıncaya kadar bu yeni mekaniğe alışmaya çalıştılar.
Oyun konsollarına çıkan ilk FPS oyunu olmasının yanında, dünyanın dört bir tarafındaki oyunseverler ile online olarak oynamamıza izin vermesi ile de Goldeneye’ın yeri diğer oyunlardan ayrılıyor. Karakterimizi kendi zevklerimiz ile kişiselleştirmemiz şimdilerde alışık olduğumuz bir durum olsa da, o seneleri düşününce tamamen yabancı olduğumuz bir ayrıntıydı.
Goldeneye’daki fizik motoru çığır açacak özellikteydi. Düşmanımızı vurduğumuzda, gerçekçi tepkiler almamız, ateş ettiğimiz yerde oluşan yaralar ve kanamalar göze hoş geliyordu. Düşmanlarımızın yapay zekasının diğer oyunlardakinden yüksek olması girdiğimiz çatışmalardan aldığımız zevki kesinlikle arttırıyordu.
Goldeneye, FPS oyunların günümüzdeki başarısının en büyük kaynaklarından.
12-) Wii Sports
Nintendo, Tokyo Game Show 2005’te izleyicilere bir teknoloji videosu izletmişti. Videoda rol alan oyuncular, ellerindeki tuhaf hareket algılayıcı kumandaları bir beyzbol sopası, bir olta ya da bir baget gibi kullanıyorlardı. İlk bakışta biz de bu yeni teknolojiye şüpheyle yaklaşmıştık.
Nintendo, 2006’da Wii isimli konsolu ve bu konsolun çıkış oyunu olacak Wii Sports’u tanıtana kadar şüpheli bekleyiş devam etti. Yayınladıkları video, göz bebeklerimizin büyümesine sebep oluyordu; gerçekten hareket algılayıcı kumandamızı havada salladığımızda aynı fiziği ekranda görüyorduk. Sadece bir kumanda ve üzerindeki birkaç tuşla hepimize şaşkına çeviren bir teknolojiydi bu. Wii’nin, Wii Sports ile paket halinde sürülmesi de başarılı bir hamle olacak ki, oyun 100 milyon adet satmayı başardı.
Daha sonra Sony ve Microsoft da hareket algılayıcı sensörler kullanmaya çalışsa da, Wii ve Wii Sports’un başarısına o dönem için yaklaşamadılar. İster sevin, ister sevmeyin;
Wii’nin sektöre getirdiği yenilik ve yakaladığı başarılar çok önemliydi.
11-) Tetris
1980lerin ilk yıllarına baktığımız zaman, ortada Nintendo’ya ait Game & Watch isimli bir seri dışında taşınabilir oyun konsolu yoktu. Bu seri de aslına bakılırsa her ürününde farklı oyun oynanması sebebiyle pek tercih edilmiyordu. Taşınabilir konsolların patlama yapması yine Nintendo’nun Game Boy isimli konsolu ile oluyordu. Hani şu komşunun çocuğunda daha iyisi, daha havalısı olan Game Boy.
Game Boy’un yıldızı ise bu konsolun vazgeçilmezi, bağımlılık yapan puzzle oyunu Tetris’ti. Game Boy ve Tetris’ten bahsedince eminim ki 80'ler ve 90'larda çocuk olan okuyucularımız bir tebessüm etmişlerdir.
Tetris’in mekaniklerini bilmeyenimiz yoktur, bu yüzden buraya girmeye pek gerek yok. Oldukça basit görünse de bizi saatlerce başında tutardı, anne ve babalarımızdan azar işitmemize sebep olurdu. Aynı ilk maddede bahsettiğimiz Angry Birds gibi. Basit ama zekice, bağımlılık yapan bir oyundu Tetris.
118 milyon adedin, Tetris ve Game Boy’un birlikte ulaştıkları satış miktarı olmasının yanında, 80'lerden günümüze kadar piyasaya çıkarılan taşınabilir oyun konsollarına ve geliştiricilerine ilham kaynağı olduğu bir gerçek.
10-) Street Fighter 2
Adından da anlayacağınız gibi, Street Fighter 2 kendi serisinin ilk oyunu olmadığı gibi, ilk beat’em up oyunu da değil. Ama bu türü ileriye taşıyan oyun olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Piyasaya çıktığı 1991 yılında arcade oyunların ihtiyacı olan yeni kanı sağlayan bu oyun, beat’em up türünü de ileriye taşıdı.
Street Fighter 2’nin gücü kontrollerinde yatıyordu. Bu tür oyunlarda özel hareketler yapmak için şansa ihtiyacımız olurken Street Fighter 2 ile birlikte bu şans faktörü ortadan kaldırıldı. Özel hareketleri yapabilmemiz için basmamız gereken tuşlar hatırlanabilir ve kısa tutulmuştu. Öyle ki, hadouken atmamız için gereken tuşlar hala aklımızın bir köşesindedir. Komboların da daha basitleştirilmiş olmasıyla, sonuca daha kolay gitmeleri oyunculara büyük keyif veren veriyordu.
Oyuncular arasında halen daha SF 2 turnuvalarının yapıldığını biliyoruz ki, bu da 1991 senesinde piyasaya çıkmasına rağmen ne kadar başarılı bir oyun olduğunun göstergesi. Street Fighter 2’nin yakaladığı bu başarı olmasa Mortal Kombat veya Tekken bu kadar başarılı olur muydu? Bilemiyoruz...
9-) World Of Warcraft
90'ların sonunda ve milenyumun başında, internetin yaygınlaşmasıyla online oyunlara ve özellikle MMO-RPG türüne olan ilgi arttı. Ama bu türün asıl patlama noktası, Blizzard’ın 2004 senesinde World of Warcraft’ı piyasaya sürmesiydi.
Blizzard, MMO-RPG’yi ilk keşfeden stüdyo değildi ama türü zirveye taşıyan oyunun yapımcısı olduğu kesin. WoW’da haritan bir ucundan diğer ucuna giderken bile en ufak yükleme ekranı karşımıza çıkmıyordu. Karakterimiz ölünce çabuk bir şekilde doğuyordu, dövüş sistemi de hantallıktan kurtulup, daha hızlı ve keyifli bir hal alıyordu.
Sistem gereksinimleri astronomik değildi, buna rağmen oyuncuların hoşlandıkları grafikleri ve bağımlılık yapan oynayışıyla, World of Warcraft, tüm zamanların en başarılı MMO-RPG oyunu sıfatını hakkediyor. 12 milyon üyesiyle ve Blizzard’a kazandırdığı milyar dolarlar bu sıfatı pekiştiren diğer unsurlar.
WoW, MMO-RPG’yi sıkıcılıktan kurtarıp, çıtayı çok yükseğe çekti, global genel kültürün bir parçası haline geldi. South Park’ın bile tam bir bölümü bu oyuna adaması ve birçok bölümde bu oyuna göndermede bulunması, ne kadar popüler olduğunun bir göstergesi.
8-) Grand Theft Auto III
Grand Theft Auto III, oyunseverlere açık bir dünya sunan ilk oyun değildi belki ama PlayStation 2’nin donanımını çok iyi kullanıp, oyuncuları daha önce görmedikleri kadar büyük ve her anlamda yaşayan bir şehire; Liberty City’e götürüyordu. O zaman için alışık olmadığımız bir durumdu; bu koca bir şehirde aklımıza gelebilecek çoğu şeyi yapabiliyorduk.
Shenmue’den önceki maddelerde bahsetmiştik, ama onun Dreamcast’a özel olarak çıkan bir oyun olduğunu ve bu platformun da kısıtlı sayıda kullanıcısı olduğunu düşünürsek, küresel olarak açık dünya oynayışını etkili bir şekilde ilk defa GTA III’te görüyorduk. Liberty City’nin yaşayan bir dünyası vardı; yayaları, adalet sağlayıcıları, radyo kanalları, toplu taşıma sistemi ve dinamik hava koşulları vb. birçok element ile bu şehir ekranlarımızın başında ağzımızı açık bırakıyordu.
DMA Design (şimdiki adıyla Rockstar North), bir gangster hikayesini, keşfe açık yaşayan bir şehirde, sonuna kadar hissettirdikleri özgürlük duygusuyla çok etkileyici bir şekilde sunuyordu. GTA III, PS2’nin gücünü tüm dünyaya gösterirken aynı zamanda oyun sektörüne de çağ atlatıyordu.
7-) Wolfenstein 3D
John Carmack’ın, endüstriye seviye atlatan oyunu Wolfenstein 3D, şimdilerde göze hoş gelmiyor olabilir. Çoğu genç oyunsevere yabancı gelse de, 1992’ye geri döndüğümüz zaman tek kelimeyle mükemmel bir oyundu.
Tam olarak 3D olmasa da, çağının ötesinde grafikleri olan bu oyun bizi Nazilerin istila ettiği ürpertici bir dünyaya götürüyordu. Grafiklerinin yanında oyunun seslerindeki değişim de dikkate değerdi. SS subaylarının Almanca konuşması oyuna gerçekçi bir hava katıyordu. Hem gözlerimiz hem de kulaklarımız daha önce görmediğimiz bu değişimle bayram ediyordu.
Yüksek frame-rate rakamlarıyla, öldür ve ilerle mekaniğiyle, çevreden topladığımız silahları istediğimiz zaman istediğimiz sırayla kullanma özgürlüğüyle ve can barımızı doldurmak için etrafta sağlık paketleri aramamızla yeni bir devir açıyordu Wolfenstein 3D. Kaldı ki, bu oyun içi elementler günümüzde, yani bu oyunun piyasaya çıkmasında 23 sene sonra bile kullanılıyor olması demek istediklerimizi özetlememiz için yeterlidir.
FPS türünün ilk örneği olan Wolfenstein 3D’ye saygımız sonsuz.
6-) Pong
Pong, çoğumuz daha doğmadan önce, 1972 yılında piyasaya sürülmüş. Bizler belki de hiç görmesek de, video oyun tarihinin ilk örneklerinden biri; hatta çoklu oyuncu modunun kullanıldığı ilk oyun.
Pong, televizyona bağlanan konsolu ve iki adet kumandasıyla yıllarca ekranların başından kalkmayacak bir gelenek yaratıyordu. Videolarda izlediğimiz kadarıyla, buz hokeyi-tenis benzeri oynayışına sahip Pong. Yine videolarda, günümüz için bile başarısız sayılamayacak bir yapım olduğu anlaşılıyor. Yalanım yok; evimde olsa, günümüz oyunlarının karmaşasından kurtulmak için ara sıra oynarım.
Pong’un başarısı bu ilk adımları atılan sektöre ilham kaynağı olmuş.
Tabii 1970'lerde bunun bir şeytan icadı olduğu düşünülmüş ve yıllarca evlere sokulmamış ama rekabet esaslı video oyunlarının ve Atari şirketinin gelişmesinde çok önemli bir yere sahip. Video oyunlarını arcade oyun salonlarından alıp evlere, televizyon ekranlarına getirmesi, günümüz oyun sektörünün temellerinin atılması anlamına geliyor.
5-) Pac-Man
Pek çoğumuz Pac-Man’i küçüklüğümüzde oynadığımız atarilerimizden hatırlasak da, Pac-Man’in oyun sektörüne ilk giriş tarihi 1980lerin başı. Atarilerin içinde yer almasından çok önce arcade oyun salonlarında boy gösteren Pac-Man, her yaştan, her cinsiyetten oyunsevere hitap ediyordu.
Pac-Man’i oynarken ne kadar zorlandığımı, zorlandıkça keyif aldığımı hatırlıyorum. Amacımız, bir dilimi yenmiş pizzaya benzeyen kahramanımızla labirent boyunca serpiştirilmiş noktaları toplamaktı. Tabii bunu yaparken farklı renkteki, farklı taktikler uygulayan hayaletlere yakalanmamaya çalışıyorduk. Labirent serpiştirilmiş büyük noktalar sayesinde hayaletlere üstün gelebilecek yetenekler kazanıyorduk ki, karakterimizin güçlenme elementi ilk defa Pac-Man’de kullanılmış. Bu bahsettiğimiz büyük noktalar belirli sayıda olduğu için iyi bir taktik belirleyemezsek canlarımızın tümünü kaybetmemiz çok da zor olmuyordu. Seviye geçişlerinde karşımıza çıkan cut-sceneler bile unutulmamıştı.
Gizlenme, fark edilmeme mekaniğini ilk kez kullanan oyun ve düşmanlarımızın yapay zekasının üst seviyede olduğu ilk oyun; yıllarca sürecek ve milyonlarca hayran sayısına ulaşacak Pac-Man için bahsetmemiz gereken diğer sıfatlar.
4-) Super Mario 64
Oyun endüstrisinin için 90'ların ortasında 2D’den 3D’ye geçişi çok da kolay olmuyordu. Ortada olmamış denilebilecek bir sürü oyun varken hepimizin dikkatini çeken Super Mario 64 oluyordu. Nintendo 64’ün donanımlarını efektif olarak kullanarak, üç boyutlu bir oyunun nasıl olması gerektiğini tüm dünyaya gösteren bu oyun, aynı zaman da koca bir seriyi 2D’den 3D’ye taşıyordu.
Super Mario 64’te 3. boyutun derinlikleri çok iyi kullanılıyordu. O günlerdeki 3D oyunlarda karşımıza çıkan kamera açılarındaki sorunlar en aza indirilmişti. Kontrollerde kullanılan analog çubuğuna alışmak için de çok zaman kaybetmiyorduk. Kısacası karşımızda gerçekten ‘olmuş’ bir oyun vardı. Diğer Super Mario oyunlarında gördüğümüz platform ögelerini 3D’de kullanmak gerçekten tadılması gereken bir deneyimdi.
Kontrolleri, kamera sistemi ve bölüm dizaynları, oyun geliştirmenin kurallarını öğretir nitelikteydi. Başta da bahsettiğimiz gibi,
Super Mario 64, endüstriye mükemmel bir '3D oyun nasıl yapılır'ın yanında, aslında genel hatlarıyla 'gerçek bir 3D oyun nasıl yapılır'ı öğretiyordu.
3-) The Legend Of Zelda: Ocarina Of Time
Link'in 3. boyut ile tanışması, pek çok yönüyle oyun dünyasına yenilikler getiriyordu. Gizlilik öğeleri, efsanevi bölüm sonu canavarları ve zorlayıcı zindanları, 1998 senesi için göze hoş gelen zevkli bir oyun deneyimi sunuyordu. Ayrıca oyun dünyasına getirdiği düşmana kilitlenme ve çevreyle etkileşime geçme mekanikleri, o tarihten sonra pek çok oyunda karşımıza çıktı.
"Z targeting" de denilen ve adını, bastığımız Z tuşundan alan düşmana kilitlenme mekaniği, kesinlikle çoğu kullanıcının işini kolaylaştırıyordu. Üçüncü şahıs kamera açısının kullanıldığı oyunlarda karşımıza çıkan kamera açıları sorunu da böylelikle son buluyordu. GTA, Assassin's Creed ve DmC serilerinde de kullanılan bu tekniğin kaynağı The Legend of Zelda: Ocarina of Time.
Hyrule'de etkileşime geçilebilecek birçok şey vardı. Ancak bunların her biri için farklı tuşlar atansa, kontrolcümüzde düzinelerce tuş olması gerekirdi ki, bu imkansızdı. Nintendo'nun bu sorun için bulduğu çözüm çok basit ve çok kullanışlıydı. Etkileşime geçeceğimiz eşyalar için tek bir tuş belirlenmişti ki, bu da halen kullanılan bir mekanik.
Bahsettiğimiz iki çözüm ile The Legend of Zelda: Ocarina of Time, oyun dünyasına ilham kaynağı olan yapımlar arasında.
2-) Super Mario Bros.
1980'lerin başlarında video oyun dünyası ağzına kadar oyunla dolmuştu. Herkes bu gelişime açık dünyanın kar pastasından pay almak istiyordu. Durum böyle olunca oyun sektörü bir çok vasıfsız oyunla kalabalıklaşmış, duraklama devrine girmişti. Piyasanın kaliteye ihtiyacı olduğu açıktı.
Bu durumda kurtarıcı Nintendo olmuştu. Piyasaya sürdüğü NES konsolu ile oyunseverlere yeni bir donanım sunmakla kalmıyor, bu konsolla beraber Super Mario Bros. adını verdikleri bir oyunu müşterilerine sunuyordu.
Super Mario, platform oyunları arasında ilk değildi belki ama bu türü baştan aşağı yeniliyordu. Kahramanımızın ne kadar hızlanacağını, ne kadar yükseğe ya da uzağa zıplayacağını tuşlara basarak belirliyorduk. Bu durum oyun dünyasına kontrollerin esnetilebileceğini öğrettiğini söylersek yanlış olmaz. Kontrollerdeki bu yenilik ile beraber bu oyunda gördüğümüz bölüm tasarımları, daha önceki türdeşlerine göre özenle ve zekice hazırlanmıştı. Level 1-2’deki gizli geçişi hangimiz unutabiliriz. Buna benzer birçok gizli geçit, gizli 1-up’lar oyunun hemen hemen her yerinde görmek mümkündü. Sırf bu saklanmış oyun içi elementleri bulmak için bile saatlerce uğraşmışızdır.
Sektöre getirdiği az önceki yenilikler, neredeyse biten piyasayı canlandırması ve kendine ait milyonlarca fanıyla aradan 29 yıl geçse de Mario’nun popülerliği devam ediyor
1-) Space Invaders
Space Invaders’ı birinci sırada görmek sizi şaşırtmış olabilir. Ama birazdan bahsedeceğim ilginç noktalardan sonra bana hak vereceksiniz.
Shooter oyunlarının ilk örneği olan bu oyun, 1978’de piyasaya sürüldüğünde sadece bir tür yaratmıyordu, aynı zamanda neredeyse her oyunda gördüğümüz, göreceğimiz bir mekanik keşfediyordu. Bahsettiğimiz mekanik zorluk seviyesi. Hani şu oyunun kolay başlayıp sonuna doğru zorlaşması durumu. Space Invaders’da savaştığımız uzay gemilerinin ilk hamleleri yavaş oluyordu ama sayıları azaldıkça hızları artıyordu, bu da oyuncuların zorlanmasına sebep oluyordu.
Burada size vermek istediğimiz bir bilgi var ki, o da bu mekaniğin istemsiz olarak keşfedilmesi. Kullanılan makinelerin donanımları ve yazılımları, ekran, uzay gemileriyle doluyken yüksek hızda çalışacak kapasitede değilmiş. Bu da ekrandaki düşman gemilerinin sayılarının azalmasıyla oyunun hızının artmasına sebep olmuş. Oyunun yapımcısı Tomohiro Nishikado, oyuna farklı bir hava, farklı bir aksiyon katan bu durumu çözme yoluna gitmemiş. İşte bu ufak karar bize göre onlar için küçük, oyunculuk için büyük bir adım.
Space Invaders’ın diğer yenilikçi özellikleri ise, oyun içi müziği ilk defa kullanması ve oyun içi yüksek skorun kayıt altına alınması. Basit, 4 notalık bir melodisi olsa da düşman gemilerinin sayısının azalmasıyla artan temposu, oyunlarda müziğin nasıl etkili kullanılabileceğini gösteriyordu. Oyundaki yüksek skorun kayıt altına alınması ile de oyunseverler birbirleriyle rekabet edebilecekleri bir özelliğe sahip oluyordu.
Bana kalırsa, sizler de artık Space Invaders’ın konumuna ikna olmuşsunuzdur öyle değil mi?