Assassin’s Creed her yıl karşımıza çıkmasına rağmen özellikle senaryosuyla ilgi çekici olmayı başarıyor. Ubisoft bu defa da ihanet, intikam, kan ve gözyaşıyla dolu Assassin’s Creed dünyasında sıradışı bir öyküyle karşımızda. Bu seferki kahramanımızsa İrlanda kökenli Shay Patric Cormac olacak. Assassin’lere katıldıktan sonra birçok cinayet işleyen kahramanımız, bir süre sonra Assassin’lerin yöntemlerini ve amaçlarını sorgular hale gelir. Templar’ları tanıyan, kendi kardeşlerinden yavaş yavaş uzaklaşan kahramanımızın gelgitli öyküsü serinin hayranlarını etkileyecek cinsten. Özellikle Patric’in şüpheci kişiliği onu serinin diğer karakterlerinden ayırıyor.
18. yüzyıldaki “7 Yıl Savaşları” dönemini anlatan oyunda Kuzey Atlantic, Alabama ve New York gibi bölgeleri ziyaret ediyoruz. Black Flag’in aksine bu defa tropikal iklime sahip mekanlarda değil, dondurucu soğuğun etkisi altındaki bölgelerdeyiz. Bu yolculuklarımız sırasında Adewale gibi serideki bazı önemli karakterlerle de karşılaşmak oyunun güzel yönlerinden birisi. Ubisoft yine ilgi çekici mekanlar, karakterler ve hoş bir sunumla Assassin’lerin dünyasına adım atmamızı sağlamış. Zaten seri artık sıkan oynanış dinamiklerine rağmen ayakta kalıyorsa bunun sebebi kaliteli senaryosudur diyebiliriz.
Tabi oyun diğer konularda iyi bir iş çıkarmayı malesef beceremiyor. Tıpkı Black Flag gibi kara ve deniz savaşları üzerine yoğunlaşan oyunumuz bayat oynanış dinamiklerine sahip. Oyunun karada geçen bölümlerinin serinin diğer oyunlarından hiç farkı yok.
Geliştiriciler oyuna yeni dinamikler ekleme konusunda tembelce davranmışlar. Üstelik bu görevler malesef Assassin’s Creed: Black Flag kadar bile ilgi çekici yapılamamış. Yine benzer yollarla düşmanları öldürdüğümüz oyun bir ek paket izlenimi veriyor.
Düşmanların yapay zekasızlığı da sizi oyundan soğutacak şeylerden biri olacaktır. Size saldırmak için sırasını bekleyen, zorlayıcı olmaktan uzak, kütük gibi düşmanlar savaşları çekilmez yapıyor. Ubisoft ya tembelliğinden, ya da casual oyuncuları düşünüp dövüşleri daha gerçekçi, daha eğlenceli hale getirmemiş. Düşmanlar serinin ilk oyununda nasılsalar, şimdi de öyleler. Oyundaki detaylara özen gösterilmediğini kanıtlayan o kadar çok sahne var ki hangisini söylesek bilemiyoruz. Örneğin bazen siz düşmanlara karşı savaşırken tayfanızın hiç bir şey olmamış gibi davranması gerçekten de sinir bozucu. Yapay zeka bu gibi anlarda resmen can çekişiyor. Oyuna eklenen havalı tüfek gibi silahlar da oynanışı kurtarmıyor. Bunun sebebi genel oynanış mekaniklerindeki sorunlar giderilmeden yeniliğe gidilmeye çalışılması. Yani aynı tas, aynı hamam oynanış dinamikleriyle karşı karşıyayız.
Oyunda Templar’lar ile ilişkimizin olmasından dolayı Assassin kardeşlerimizin de peşimize düştüğü kısımlar var. Diğer Assassinlerle mücadelemiz her ne kadar daha zorlu olsa da, yeterince zorlayıcı değiller.
Hani aklınıza Assassin denilince kolayca ölmeyen savaşçılar gelir ya, işte o düşünce tamamen ortadan kalkıyor. Sizi habersiz yakaladıklarında bir anda öldürebilen bu Assassin’leri siz de rahatça öldürebiliyorsunuz. Bu durum Assassin’lere olan saygınızı da düşürüyor.
Gizlilik içeren görevlerde de aynı bayatlık ve yavanlık kendine belli ediyor. Düşmanlarımız daha önceki oyunlarda olduğu gibi yan tarafta arkadaşları boğazlanıp çığlık atarken sağır numarası yapıyorlar. 18. yüzyılda olmasak kulaklıkla müzik dinlediklerini sanabilirdik. Örneğin siz bir yerde savaşırken hiç bir düşmanın aklına arkadaşlarına seslenmek gelmiyor. Yani karadaki savaşların eğlenceden uzak ve son derece sıkıcı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Karadaki savaşlar konusunda gram ilerleme sağlayamayan; hatta geriye giden oyun deniz savaşlarındaysa hoş küçük yenilikler sahip. Denizlere açıldığımızda tıpkı Black Flag’teki gibi top ateşiyle düşmanı etkisiz hale getirip güvertelerine çıkmak mümkün. Güvertedeki savaşlar da pek eğlenceli değil.
Yine de gemilerin birbirine yanaştığı sahnelerin güzel bir atmosfer sunduğunu söylemeliyiz. Yine de asıl yenilik gemimiz için buz kırıcı, otomatik tüfekler ve varil bombaları kullanabilmemiz. Bu tür yenilikler deniz savaşlarını daha eğlenceli hale getirmiş. Bazen otomatik tüfeklerle düşman gemilerini tarıyor, bazen de varil bombalarıyla onlara ağır zararlar verebiliyorsunuz. Tabi düşman gemilerinin de size varil bombaları attığını belirtelim. Bu tür yenilikler deniz savaşlarını daha eğlenceli bir hale getirmiş.
AC: Rogue’da sırf geminizi geliştirmek bile sizi oyuna bağlamaya yetiyor. Oyunda denizden veya çeşitli koylardan topladığımız paralarla gemimize yeni parçalar, daha güçlü silahlar da yerleştirebiliyoruz.
Denizin yanı sıra nehirde de ilerleyebilen Patric’in gemisi Morrigan oyunun asıl ana karakteri dersek sanırım çok abartmış olmayız. Herşeye rağmen deniz savaşları da sizi oyunun sonuna kadar eğlendirmeyecektir. Bir süre sonra aynı şeyleri yapmak canınızı mutlaka sıkacak. Yani Ubisoft görevler ve oynanabilirliğin çeşitliliği konusunda da pek iyi bir iş çıkaramamış.
Assassin’s Creed: Rogue gemi özelleştirmelerinin yanında karakter özelleştirmeleriyle de beğenimizi kazanan bir oyun.
Topladığımız paralarla yeni kılıçlar veya tabancalar alma amacı oyunun süresini uzatıyor; çünkü etrafı araştırıp para toplamaya çalışıyorsunuz. Bu gibi şeyler sayesinde küçük adaları ziyaret ediyor, demir atması zor koylara yanaşıyorsunuz. Sizi oyunda tutan en önemli şeylerden birisi bu özelleştirmeler diyebiliriz. Eğer özelleştirmelere dalmasak sanırım oyundan çok kısa sürede soğurduk.
Bu özellestirmelerin yanında topladığımız hayvan derilerinden yeni eşyalar yapma veya bu derileri satma imkanımız var.
Derilerin yanında denizde bulduğumuz çeşitli kargoları da tüccarlara satabiliyoruz. Bu da oyunda sürekli bir şeyler toplama isteği doğuruyor.
Oynanabilirlik kötü olmasına rağmen Rogue’un grafikleri PC’de olmasa bile eski nesilde sırıtmıyor. Karakterlerin tasarımları, giysilerindeki detaylar son derece başarılı. Adawale’in yaşlanırken nasıl bir değişim geçirdiği gibi ayrıntılar üzerinde güzel bir şekilde durulmuş.
Karakter tasarımları her zamanki gibi Assassin’s Creed’in görsel olarak en başarılı yönlerinden birisi olmuş. Yüz ifadeleri ve seslerin uyumu gibi konulara özel önem gösterildiği belli oluyor.
Çevre görselleriyse Black Flag kadar hoş diyemesek de, Assassin’s Creed 3’ün seviyesinde diyebiliriz.
Özellikle ormanla kaplı bölümlerde çevre görselleri göze çok güzel görünüyor. Zaten eski nesil konsollarda bundan çok daha iyisini beklemek biraz hayalcilik olurdu. Oyunun görselleri konusunda hoşumuza giden bir başka şey sisli orman ve nehir atmosferinin etkileyiciliği oldu. Sisli nehirlerde ilerlediğimiz bölümler bilinmezliğe gidiyor hissini güzel bir şekilde sunuyor. Geliştirici Ubisoft Sofya elindeki kısıtlı donanımları başarılı bir şekilde kullanmış.
Ayrıca penguenler gibi detayların düşünülmesi de atmosferi daha renkli kılıyor. Grafiklerdeki tek ciddi şikayetimiz düşmanların animasyonları oldu. Sizin akıcı hareketlerinizin yanında düşmanlarınki odun gibi duruyor.
Mesela bir sahnede elleri arkadan bağlanmış düşmanları çözmek için tuşa bastığınızda düşmanların ellerindeki düğüm kendi kendine çözülüyor. Patric eğilip de düğümü çözme zahmetine bile girmiyor. Yani Ubisoft malesef bu konuda da tembelce davranmış.
Oyunun seslendirmesiyse iyi bir seviyede; yine de oynanabilirlik kötü olunca sesleri de pek önemsemiyorsunuz.
Patric’in İrlanda aksanı veya diğer karakterlerin seslendirmesi konusunda da kötü bir iş çıkarılmadığı ortada. Peki sesler oyuna bağlanmanızı sağlıyor mu? Tabi ki hayır!
Bu yıl Assassin’s Creed’in yeni nesle özel macerası Unity’e odaklanan Ubisoft eski nesil konsolların çok satması sebebiyle bu oyunu bize sunmuş. Sunmuş sunmasına daa, malesef tıpkısının aynısı, hatta daha kötü bir örnekle karşımıza çıkmış. Eğer serinin hikayesinin yakın bir takipçisi değilseniz Assassin’s Creed: Rogue’u pek tavsiye etmiyoruz. İlgi çekici bir dönüşüm ve intikam hikayesine sahip oyun artık bıktıran oynanış mekanikleriyle sıradan olmanın ötesine geçemiyor.