Büyük bir fırtınanın ortasında gözlerinizi açtığınızı hayal edin. Ufukta parlayan bir deniz feneri dışında gidebileceğiniz hiçbir yer yok. Buraya ulaştığınızda ise daha önce görmediğiniz gariplikte bir fırtına ve üzerinize düşmekte olan bir moloz yığını sizi bekliyor...
Tüm bunlar gerçek mi yoksa daha büyük bir kabusun başlangıcı mı?
Life is Strange yıllar önce ayrıldığı kasabaya geri dönüş yapan Max'in hikayesine ev sahipliği yapıyor. Fotoğrafçılık dersleri alan Max, çok garipsemese de kısa süre içerisinde sahip olduğu özel bir gücün farkına varıyor; O da zamanı geri almak..
Evet, beş bölüm olarak planlanan ve ilk bölümüyle çıkış yapan Life is Strange, zaman olgusu üzerine kurulmuş bir oyun. Kontrol ettiğimiz karakter olan Max'in sahip olduğu bu özelliği sayesinde zamanı kısa bir süre için geri alabiliyor ve yaptığımız seçimler, hareketler üzerinde oynamalar yapabiliyoruz. Tabi hikayenin merak unsuru ağır basması açısından geçmişe dönük bazı olaylara ve isteğimiz dışında gerçekleşen zaman atlamalarına da yer verilmiş.
Klasik lise draması kıvamında açılışını yapan, ergen gençlerin arasındaki çekişmelere ve problemlerine odaklanan Life is Strange, sahip olduğu göndermeler ve ufak dokunuşlar ile cezbedici bir hikayeye dönüşüveriyor. İlk bölüme genel itibariyle baktığımızda sönük başlayan ama yavaş yavaş tırmanan bir hikaye bekliyor bizleri. Ayrıca oyun, benzer türdeki oyunların en büyük sıkıntılarından birini bir nebze de olsun aşmayı başarmış. Sadece diyaloglar arasında kaybolmuyor,diğer karakterler ile tanışıyor, sahip olduğunuz ajanda sayesinde farklı detaylara göz atıyor ya da size gelen mesajları kontrol ederek o anı yaşıyorsunuz .
Tamam oyun boyunca belki çok büyük bir serbestlik söz konusu değil ama diğer oyunlarla kıyasladığımızda sadece diyaloglar arasında da kaybolmuyoruz. Oyun gerektiği noktada kontrolü size bırakıyor ve etrafı inceleyerek ekstra bilgiler bulmanıza olanak sağlıyor.
Ana hikaye dinamikleri diyaloglar üzerine işlense de dediğim gibi serbest kaldığınız anlarda etrafı kolaçan etmenize ve birçok noktayı incelemenize izin verilmiş. Kimi zaman kendinizi kel alaka noktaları incelerken bulsanız da serbest kaldığınız bu anlarda hikaye adına bazı ipuçlarına da rastlayabiliyorsunuz. Zamanı geri sarma işlevi seçenekler dışında işte bu serbestlik anlarında da yardımınıza koşuyor. İlerlemenizi sağlayan bazı anlarda ya da değiştirmek istediğiniz seçeneklerde bu özelliğinizi kullanabiliyorsunuz. Genede zaman olgusu hikayeye gerektiği vurguyu tam olarak yapamamış. Bunun en büyük nedeniyse hikayeye giriş olması. Aynı şekilde yaptığınız seçimlerde karakterlerin bu seçimleri hatırlayacağı belirtiliyor ama bu ilk bölümde bunu doğal olarak hissedemiyorsunuz.
Geç yüklenen kaplamalardan da anlayabileceğiniz gibi
Unreal Engine 3 grafik motoruyla geliştirilen yapım, farklı grafik yapısını her anlamda hissettiriyor. Kara kalem çizimleriyle süslenen detaylar, oyun alanındaki pastel dokular ya da esen rüzgarda bile kendini hissettiren fırça darbeleri oyunun görselliğini ön plana çıkarmış. Göze batan detaylardan birisi de karakterlerin ağız senkronları. Buna rağmen doğal bir havada ilerleyen diyaloglarda o duygu yoğunluğunu hissedebiliyorsunuz.
Akıcı diyalog yapısının yanı sıra Max'in olaylara yaptığı yorumlar, karakter bütünleşmesi açısından önemli bir yere sahip. Oyunun müzikleri, arka planda çalan tınıları tamda olması gerektiği gibi. Müzik kullanımı oyunun bütünlüğünü de pekiştirmeyi başarmış. Ne eksik ne fazla.
Sonuç olarak Life is Strange ufak aksaklıklara rağmen bu türün gelmiş olduğu çıkmaz sokaklardan bir nevi kurtulmayı başarıyor. Hikayeye giriş anlamında ana dinamiklerini çok fazla kullanamadığımız yapım merak unsuru ve ana dinamikleriyle diğer bölümler için umut vaat ediyor. Nede olsa kelebek olmadan önce kozaya girmek gerek.