Çok değil bir ay sonra, taşınabilir konsol âleminin gelmiş geçmiş en eğlenceli ve en çok talep gören platformlarından birisi olan Nintendo DS jübilesini yaparak yerini 3DS'e bırakacak.
3DS duyurulduğundan bu yana DS'i epey bir geri plana itmiş olsa da, bu yaşlı kurdun halen söyleyecek bir kaç sözü var. Son olarak Avrupa raflarını da süsleyen Ghost Trick ve Inazuma Eleven gibi merak uyandıran yapımların yanı sıra, özellikle adventure tutkunlarının büyük bir heyecanla beklediği Okamiden ve hepsinin ötesinde halen milyonları peşinden sürükleyen bir fenomen olan Pokemon serisi Black & White sürümüyle, Nintendo DS'in ne kadar diri olduğunun en güzel kanıtları oluyor.
Ancak gözden kaçırdığım(ız) bir oyun daha var. Masa üstü konsollarda yükselişe geçen shooter türüne inat, adventure oyunlarının sığınağı olan Nintendo DS’de yer alan bir başka başarılı yapım;
999: Nine Hours, Nine Persons, Nine Doors taşınabilir konsolumuzun en iyi oyunlarından birisi oldu bile.
“Visual novel” yani görsel roman türüne dahil olan 999, daha önce “428: Fusa Sareta Shibuya de” isimli ve Japonya’da ses getirmiş bir başka görsel romanın yapımcılığını üstlenen Chunsoft imzasını taşıyor. Uzak Doğu'daki büyük ilgiye karşılık Batı'da pek rağbet görmeyen görselleştirilmiş romanlar, bu sebepten ötürü pek Batı yüzü görmezler. Hatta bu tarz oyunların ancak popüler olanları video oyun konsollarına port edilirken, genellikle çıkışlarını PC platformuna gerçekleştiriyorlar. Doğrusu görsel roman türüne giren oyunlar hakkında konuşmak ayrı bir inceleme konusu olurdu.
Şanslıyız ki, 999, Nintendo DS’e çıkmış olmasına rağmen bizi çok bekletmeden, Japonya çıkışından bir sene sonra Batılı oyunculara ulaştı.
“Şanslıyız” diyorum çünkü Nintendo DS’de boy göstermiş ve Batılı oyuncular tarafından çılgınlar gibi istenen, ancak Japonya sınırları dışına çıkamamış onlarca oyun göz önüne alındığında, görsel roman türüne giren 999’un bu konuda hiç şansı yoktu. Neyse ki yerelleştirme (lokalizasyon) konusunda önemli işlere imza atmış olan dağıtımcı Aksys Games, bu harika yapımı bir senelik gecikmeyle dahi olsa İngilizce olarak geçtiğimiz yıl sonunda Kuzey Amerika marketlerine soktu.
Diğer görsel romanlarda olduğu ve olması gerektiği gibi, 999’da da oyunun kalbi hikâyesinde atıyor…
Sıradan bir kolej öğrencisi olan Junpei bir patlama sesiyle uyandığında, kendisini tanımadığı, kapısında “5” rakamı bulunan kilitli ufak bir odada bulur. Koluna takıldığını fark ettiği ve bulunduğu odanın kapısında yer alan aynı rakamı taşıyan garip bileklik ve bu yabancı mekanın vermiş olduğu karmaşık düşünceler bir tarafa dursun, Junpei buraya nasıl geldiğini bir türlü hatırlayamaz. Aklında beliren son resim: gaz maskeli biri tarafından uyutulduğu…Neredeydi ? Tam bu sırada sorusunun cevabı, odada bulunan pencerenin kırılıp içeriye çılgınlar gibi su akmaya başlamasıyla birlikte geliyor. Junpei bir kamarada olduğunu anladıktan sonra odanın kilidini açacak bulmacayı çözerek kendini dışarı atıp, su baskınından kurtulmak için üst güvertelere doğru merdivenleri tırmanırken kendisiyle aynı kaderi paylaşan
ve aralarında çocukluk arkadaşının da bulunduğu 8 kişiyle daha karşılaştığında içinde bulunduğu durum daha da karmaşık bir hale geliyor.
Bu hesap sistemine bağlı olarak bir kapıdan en az 3 en fazla 5 kişinin geçmesine müsaade ediliyor.
Kapılar RED adı verilen bir mekanizmaya bağlı. Bileklikleri RED’e okutup doğru digital root’u tutturduğunuz ve kapıdan içeri girdikten sonra 90 saniye içerisinde RED benzeri DEAD isimli cihaza tekrar bilekliklerini okutma zorundasınız. Eğer verilen zaman dilimi içerisinde DEAD üzerinde okuma işlemi yapılmazsa, bilekliklerde yer alan güçlü bir patlayıcının tetiği çekilmiş oluyor. Böylece Zero, oyunbozanlık yapılmasına karşın şiddetli bir önem almış durumda. Bilekler ise kolunuzdan yalnızca 2 şekilde: kalbinizin atışı sıfıra indiğinde veya 9 numaralı kapıdan canlı olarak çıktığınızda ayrılıyor.
Yaşayacağımız olaylarla birlikte hikâyemiz henüz baştan heyecanlı ve gizemli bir kimliğe bürünüyor.
Zero kim? Nonary Oyunu’nun amacı nedir? Hikaye ilerledikçe bu sorulara onlarcası daha eklenirken, şok edici sona ulaşmak için bulmacaları çözmeli ve gelişecek olaylara mantıklı bir şekilde yaklaşmanız gerekecek.
999: Nine Hours, Nine Persons, Nine Doors’da oyunun ilerleyişi ve oynanış biçimi ikiye ayrılmış durumda.
Oyunun bir bölümünde hikâyede yaşanan olayları bir roman gibi okuyor ve kırılma noktalarında vereceğiniz önemli karar ve tepkilerle oyunun sonuna etki ediyorsunuz. İkinci bölümümüz ise bulmacaları çözdüğümüz kısımdan ibaret.
Hikâye o kadar sürükleyici ki, sonunu görene kadar elinizden bırakmak istemiyorsunuz. DS’inizi belki kapatıp bir köşeye koyabilirsiniz ama aklınızda hep soru işaretleri, rakamlar, teoriler ve olasılıklar dolaşıp duruyor. Son ana kadar ne olacağını kesinlikle kestiremiyorsunuz ve hikâye keskin bir “U” dönüşüyle birlikte hiç beklemediğiniz bir finali bırakıyor avuçlarınıza.
Gizemini ve heyecanını oyun sonuna kadar koruyan başarılı hikâyede sizi en çok etkileyen ve kendine bağlayan sebeplerin altında pek çok bilimsel teori veya gerçeklikle desteklenen bir senaryo kurgusuna sahip olması yatıyor. 999 görsel bir roman olarak hikâye bölümüyle “kusursuz” bir iş çıkarmış. Karakterler arasında geçen diyaloglar, espriler ve şüphe uyandırıcı konuşmalar, başlangıçta size garip gelebilecek karakter konseptinin aslında hikâye ile ne kadar uyumlu olduğuna güzel birer örnek.
6 farklı sona gebe olan 999, bu noktada farklı ve başarılı bir iş çıkarmış. Hangi sonla bitirirseniz bitirin, bir diğerini görmek için oyuna yeniden başlayıp, diğer sonlara erişmek için tekrar ve sonra tekrar oynayarak bütün sonları görmek istiyorsunuz. Çünkü oyunda yer alan hiçbir final, size tatminkâr bir cevap vermiyor ve hikâyede yer alan boşlukları doldurmanız için diğer farklı sonları görmek istiyorsunuz. Benim bu noktada hoşuma giden en güzel detaysa, hikâyenin sonunu etkileyecek kırılma noktalarının “anlık seçim” kurgusundan uzak tutulması. Demek istediğim, evet yine o anda bir seçimde bulunuyorsunuz ama eğer hikâyeyi yakında takip etmiş, ayrıntıları iyi irdelemiş ve önemli ipuçlarını göz ardı etmemiş iseniz, işte o zaman yaptığınız seçim büyük bir anlam kazanıyor.
Oyun çok sürükleyici olmasına rağmen ben bir oyunu tekrar oynamak istemem diyorsanız merak etmeyin, oynadığınız kısımları doğrudan geçme şansına sahipsiniz. Yani oyunu ilk defa bitirirken seçimleriniz sonucunda ilerlediğiniz yoldaki kısımları, ikinci defa oynadığınızda (veya daha fazla) doğrudan geçip, oynamadığınız kısımları oynayabiliyorsunuz. Böylece oyunun kendini tekrar etmesi engellenmiş.
Bulmaca kısmı ise tanıdık bir işleyişe sahip. Oyun bu konuda hepinizin az – çok bildiği, gördüğü veya bir yerlerde oynadığı flash oyunlar olan” odadan kaçma/kurtulma” oyunlarına çok benzer bir temelle hareket ediyor. Dokunmatik ekranda yer alan mekâna tıklayarak elde ettiğiniz ipuçları ve eşyaların yardımıyla kendinizi kilitli odadan kurtarmaya çalışıyorsunuz. Takıldığınız noktalarda en büyük yardımcınız ise sizinle birlikte odada kıstırılmış olan diğer karakterler oluyor.
Bulmacaların pek çoğunda, numaralı kapıları açmakta kullandığımız digital root kuramının izlerini göreceksiniz. Bulmacaları çözdüğünüzde ise karakterlerin size verdiği tepkiler, bu ölüm kalım oyununda tek olmadığınızı size tekrar hatırlatacak.
Ancak bu noktada beni en çok hayal kırıklığına uğratan şeylerden birisi, bulmacalarda Nintendo DS gibi pek çok özelliği bulunan bir cihazın çok az özelliğini kullanmış olmaları.
Mesela mikrofon hiç kullanılmamış ve dokunmatik ekran sadece “dokunmatik” görevi görmenin dışında farklı bir oynanış şekline ve farklı bulmaca çözümlerine sebep olmamış. Bulmacalar esnasında, çözmeniz gereken noktaya dokunmadığınızda ise dakikalarca ne yapmanız gerektiğini bulamayabiliyorsunuz ve bazen ipuçlarını tekrar tekrar okumak oyunun heyecanlı temposunu birazcık baltalıyor.