Video oyun dünyası, özellikle son yıllarda yakaladığı yükseliş sayesinde hem popülerlik hem de ekonomik yönden eğlence sektöründe (bu sektörle ilgilenmeyen şirketlerin ve hatta hükümetlerin bile) pek çok firmanın ilgisini artık daha fazla çekiyor. Eminim siz de bir yerlerde, bir zamanların bu "çocuklara özgü" eğlence kalıbının artık sinema ve müzik sektörünü cebinden çıkartacak bütçe ve güce sahip olduğunu mutlaka işitmişsinizdir.
Bu basmakalıp benzetmemden ötürü mazur görün ancak işi şu meşhur "pastadan pay alma" muhabbetine getireceğim. Milyon dolarların döndüğü, yapımcı firmaların paylaşılamadığı, üniversitelerin artık "oyun yapımcısı" öğrenciler eğittiği ve hükümetlerin yapımcı firmalarına maddi destek sağladığı video oyun dünyası; her yıl artık daha ciddi, göz kamaştırıcı, dev bütçeli ve ilgi uyandırıcı ya da bunun aksine özensiz, acelece hazırlanmış ve sırf raflarda yer almış olmak adına boy gösteren kabarık oyun listeleriyle karşımıza çıkıyor.
Oyun ilk olarak Sea of Dreams etiketi ile duyurulmuştu.
Keza geride bıraktığımız 2010 yılı da her platformdan yığınla oyuna ev sahipliği yaptı. İsim yapmış oyunlar veya oyun serileri zaten beklenen ilgiyi fanlarından görüyor ve beklenen satış rakamlarına ulaşıyor; FIFA, Call of Duty, Assassin’s Creed…. Sıralamaya gerek var mı ? Bir de diğerleri var. Yeni IP’ler veya riskli devam oyunları. Bu makalemizde, 2010 yılında piyasada yer etmiş başarılı ancak gerek satış rakamları, gerek oyuncular arasında gördüğü ilgi, gerekse konsol fanatizmiyle derbeder olmuş oyunlara yakından göz atacağız.
Bioshock 2
Bioshock, oyun endüstrisinde “sanat eseri” tanımlamasını başarıyla göğsünde taşıyan oyunlardan biriydi. Üstelik bunu FPS türünde bir yapım olarak başarıyor; görselliği, oyun işleyişi ve hepsinden öte hikâyesiyle sanırım unutmamızın mümkün olmadığı bir deneyimi yaşatıyordu bizlere.
Devam oyunu duyurulduğunda sanırım hepimizde az-çok bir şüphe uyanmıştı. Nasıl bir oyunla karşı karşıyaydık? Hikâye nereye sürüklenecekti? Riskli bir devam oyunu olarak raflarda yerini aldığında başarılı satış rakamlarına ulaşıyordu ulaşmasına ama oyuncu yorumlarında birşeylerin eksik olduğu, oyunun daha çok bir ek paket gibi işlediği vurgulanıyordu.
Bioshock 2’yi olumsuz olarak etkileyen etkenlerin başında ilk oyunun büyük bir başarı yakalamış olması geliyor ve bu, yapımcı 2K Marine tarafından da kabul edilen bir durum.
Bioshock 2’yi olumsuz olarak etkileyen etkenlerin başında ilk oyunun büyük bir başarı yakalamış olması geliyor. Yapımcı 2K Marin’in de kabullendiği bu durum, onlara göre Bioshock 2 için bir lanetti. Rapture’un büyük sırrı açığa çıkmıştı ve gizem havasını yitirmişti. Ancak Bioshock 2 de kendi hikâyesini başarılı bir şekilde aktarıyordu. İlk oyun gibi gizemli değildi, daha çok hüzünlüydü. Zaten başarılı olan oyun mekaniklerini koruyan Bioshock 2 hackleme sisteme getirdiği yenilik, plasmidlere eklediği güç seviyeleri ve hepsinden öte Rapture’un sivil savaş dönemini multiplayer moduna aktarmayı başararak noktaladığı Rapture hikâyesi yapımın tasarımcısı Kevin Levine’in de içine sinen bir veda havası taşıyordu.
Yanlış zamanda kopan kıyamet, War'ın başına bela oluyordu.
Darksiders
Darksiders 2010’un hemen başında sürpriz bir çıkış yaptı. Türünde her oyunun God of War’a benzemeye çalıştığı veya çıkan her oyunun istisnasız God of War’la aynı teraziye konularak hemen ipinin çekiliverdiği bir atmosferde, Darksiders kendi yolunda ilerleyen bir yapımdı; aksiyon, macera ve bulmaca ile karışan oynanış biçimi, hack’n slash tarzı düşman mücadeleleri eşliğinde hayli uzun bir hikayeyi bizlere sunuyordu. Görselliğiyle de büyüleyici bir atmosfere sahip olan Darksiders bu özelliğini, yapıma hayat veren isim Joe Madureira’a borçlu. Çizgi roman devi Marvel Comics’de uzun süre görev alan Madureira hayat verdiği oyunda tasarımdaki başarısını göstererek, Darksiders’ın kalitesi ve kendine has atmosferini tamamlamasında önemli bir rol oynamıştı.
Pek çok oyuncuya göre God of War esinlenmesi bir oyun olarak takdim edilen Darksiders aslında yeri geliyor Devil May Cry, yeri geliyor The Legend of Zelda ve kimi zaman zorlayıcı bulmacalarıyla da Portal oyunlarından parçaları kendinde bir araya getiriyordu. Diyeceğim o ki; Darksiders, kesinlikle ucuz bir God of War taklidi değil. Kendine örnek aldığı oyunların en bağlayıcı özellikleriyle, kendine has bir yapımdı.
MAG
256 savaşçıyı aynı haritada buluşturmak! Playstation 3’e özel MAG (Massive Action Game) işte böylesine iddialı bir tanıtımla dikkatleri üzerine çekmişti. Evet, büyüleyici grafiklere ve sürükleyici bir hikaye moduna sahip değildi ama yapımcı Zipper Interactive’te zaten bunu vaat etmiyordu. Detaylı devasa haritalarda toplanan onlarca hatta yüzlerce oyuncu, oyun için geliştirilmiş bir özel server mimarisi içinde neredeyse lag sıkıntısı çekmeden büyük bir keyifle bu savaş ortamının tadını çıkardılar. Mevcut hataların güncellemelerle sürekli giderilmesi ve yine aynı yolla Move desteğinin oyuna adapte edilmesi, MAG’ın tazeliğini koruyarak halen PS3’ün en çok oynanan online oyunlardan birisi olmasını haklı kılıyor.
Metro 2034'ün oyunu da yolda.
Metro 2033
Post-apocalptic, yani namı değer kıyamet sonrası senaryoları her zaman ilgimizi çekmeyi başarıyor. Belki de bunun sebebi, insanlığını unutmuş insanların elleriyle yerle bir olmuş yeryüzünde, o artık bildiğimiz yasalar, kurallar, toplum baskısı ve alışkanlıkların ötesinde insanlığımızı yeniden buluşumuzun hikayesidir bizi bu kadar etkileyen; yoksa mutasyona uğramış birkaç yaratığı görmek uğruna mı bu merak ? Kim bilir…
Farklı sebeplerle dünyanın başına gelebilecek en korkunç senaryoyu işleyen onlarca yapım arasında kuşkusuz en başarılılarından birisi (ya da mütevazılığı bırakırsak, en başarılısı) Fallout serisi, Amerika’nın Soğuk Savaş döneminden kalma o malum korkuyu: nükleer savaşı ve sonrasını konu ediniyordu. Fallout serisi çıkardığı işlerle bu duyguyu bize soluduğumuz hava gibi hissettirdi. 2007 yılına gelindiğinde ise bir halkın korku senaryosu değil, bu faciayı gerçekten yaşamış olan ülkenin insanlarından en az Fallout serisi kadar vurucu bir oyun çıkageldi. S.T.A.L.K. E.R. serisinin bu kadar başarılı olması, nükleer kargaşa sonrasını harika bir atmosferle sunabilmesinin arkasında bence hiç kuşkusuz 1986 yılında Çernobil faciasıyla sarsılan ve bu korkuyu gerçekten yaşayan insanların bize sunuyor olmasıydı.
Shooter oyunları ve arkadaşlarınızla ortak oynayabileceğiniz multiplayer modları, daha çok hikaye odaklı olarak işleyen adventure türünü hırpalıyor.
Rus yazar Dmitry Glukhovsky’nin imzasını taşıyan Metro 2033’ün video oyun dünyasına adaptasyonu için de Ukraynalı bir yapımcının tercih edilmesi pekte rastlantı olmasa gerek. Her ne kadar S.T.A.L.K.E.R. ‘da hissettiğimiz özgürlük hissini sunmasa da, Metro 2033 bir edebi eserin ağırlığını başarılı bir şekilde aksiyonla karıştırıp RPG öğelerinin de kullanıldığı FPS türünde bir oyun olarak karşımıza çıkmıştı. Metro tünellerinin kasvetli havasında başladığımız yolculuk bug ve frame rate sorunları yüzünden sekteye uğruyor ancak bağlayıcı hikâyesi, başarılı sayılabilecek grafikleri ve atmosferiyle geride bıraktığımız yılın denenmesi gereken yapımlarından birisi olarak listemizdeki yerini alıyor. Bir roman ancak bu kadar akıcı bir şekilde video oyun dünyasına aktarılabilinirdi!
Enslaved, modern zamanın batıya yolculuğu...
Enslaved : Journey to the West
Madem kıyamet sonrası senaryolarına değindik, 2010 yılının başarılı ancak bahtsız oyunlarından birisi olan Enslaved’den bahsetmeden geçmek olmaz. Çin’in antik çağlardan kalma yazıtlarından birisi ve edebiyat dünyasında da önemli bir yere sahip olan “Journey to the West”den yola çıkılarak hayat verilen Enslaved, bu yılın iddaalı yapımlarından birisiydi. Yeni nesile Heavenly Sword gibi hızlı ve başarılı bir oyunla giren Ninja Theory , bu referansıyla Enslaved için umut vadediyordu. Önemli bir edebi eser kaynakça alınarak geliştirilen hikaye sürükleyiciydi; detaylı karakter tasarımları, müzikleri ve aksiyon / macera dalında iyi bir iş çıkaran İngiliz yapımcı ekip, maalesef bu başarısının hasatını satış rakamlarıyla alamadı.
Özellikle shooter oyunlarının revaçta olduğu ve bu popülaritenin bir de online modlarla pekişmesiyle adventure türünün bir önceki nesile oranla çok az ilgi görmesi yanı sıra, yapımcı firmanın DLC modasına uyup iş multiplayer’a gelince herhangi bir şey sunamamış olması (ki her türden oyuna multiplayer modu koymak ne kadar doğru olur !?)
satışları etkileyen önemli etkenler olarak sayılabilir mi ? Bunun yargısını size bırakıyorum. Ancak bir aksiyon / macera tutkunuysanız ve Enslaved bir şekilde gözünüzden kaçmış veya ilgi ağınıza takılmamışsa, bir daha düşünün derim.
Vanquish
Özellikle Resident Evil serisinin babası olarak tanıdığımız Shinji Mikami, olaylı CAPCOM ayrılığı sonrasında başarılı işler çıkaran ekibiyle birlikte batılı oyuncuların ilgisini çekecek yapımlarla boy göstermeye devam etti. Şu sıralar yeni korku (?!) oyunu Shadow of the DAMNED üzerinde çalışan Mikami’nin katıksız aksiyon vadeden yapımı Vanquish, türün fanlarını tatmin edecek tarzıyla başarılı yapımlar arasına giriyor. Vanquish’in başarısını baltalayan sebepleri az çok hepimiz biliyoruz; fiyatına göre hayli kısa süren bir hikaye modu ve güçlü shooter öğelerine rağmen bu özelliğini multiplayer moduyla ön plana çıkaramamış olması. Ha bir de şu zamanla sinir bozmaya başlayan müzikleri ve kabak tadı veren hikayesi … Ancak gün Vanquish günüdür. Bahsettiğimiz eksikliklerden ötürü büyük eleştiriler alan ve fiyatı çıkışının hemen ardından indirime giden Vanquish, koyu aksiyona ve eğlenceye doymak isteyen oyuncuların mutlaka tatmak isteyecekleri hareketli bir yapım.
Demon's Souls, son yılların en sağlam ve zorlu RPG'lerinden birisi
Demon’s Souls
Demon’s Souls aslında bir şehir efsanesi gibi, başarısı dilden dile dolaşarak dikkatimizi çekmeyi başarmış bir yapım. Japon bir yapımcı (Atlus) tarafından çıkan bir RPG oyunu olsa da; her nasılsa Japonya’da pek dikkat çekememiş, ülkenin saygın (hoş, bu da tartışılır oldu artık) oyun dergisi Famitsu’dan başarılı bir puan alamamış ve neredeyse çıkan her RPG oyununun çılgınlar gibi sattığı ülkede 150.000 adet satabilmişti. Bunun altında, Demon’s Souls’un aksiyona dönük bir havaya hakim olması yatıyor olmalı. Japonya’ya oranla batılı oyuncuların ilgisini daha çok çeken RPG oyunu,
o Japon RPG’lerin alışıldık atmosfer ve animelerden fırlama karakterlerinden çok uzak bir içeriğe sahipti. Orta çağın alacakaranlık ve boğuk havasını harika bir görsellikle bize sunarken, karşımıza olası bir korku oyuna taş çıkaracak bir atmosferle çıkıyordu. Kurgusal, devasa bir ülke, detaylandırılmış karakter tasarımları ve çağın havasını yakalayabileceğiniz müzikleriyle bir oyuncunun mutlaka deneyim edinmesi gereken bir oyun oluveriyor Demon’s Souls. Bu arada, size oyunun çıldırtıcı derecede zor olduğundan bahsetmiş miydim?
Vanquish hem kısa hikaye modu hem de multiplayer içermemesi sebebiyle epey eleştirilmişti.
A Shadow’s Tale
A Shadow’s Tale, video oyunların neden sinema ve müzik kadar bir sanat dalı olarak kabul edilmesi gerektiğini açıklayan bir başka oyun. Nintendo Wii’ye özel olarak raflardaki yerini sessiz sedasız alan bu güzide yapım, vücudunu kaybetmiş bir gölgenin destansı yolculuğunu konu ediniyor. Tıpkı Limbo gibi, 2D bir oyun olarak alkışı hak edecek bir performans sergileyen ve içimizi çekerek “nerde o eski oyunlar!” dedirten A Shadow’s Tale; akıl kurcalayan bulmacaları, ışık ve gölgeyi himayeniz altına alabildiğiniz eşsiz oyun mekanizması, atmosferi kucaklayan ve sizi daha da oyunun içerisine çekecek olan melodileriyle ilgiyi ve takdire şayan. Oyun ilerledikçe kendinizi gölgelerle çevrili bu oyunun daha da içine düşmüş hissedecek ve nihayetinde hikâyenin odağında yer alan kulede ne olduğunu öğrenmek için sabırsızlanacaksınız.
Remedy, Alan Wake 2 için umutlu konuşuyor.
Alan WAKE
Max Payne 2’nin ardından 2003 yılında farklı türde oyunlarla yoluna devam etmek isteyen Finlandiyalı yapımcı Remedy’nin 2005 yılında duyurduğu Alan Wake, 5 yıllık sarsıntılı bir yapım döneminin ardından geride bıraktığımız yıl nihayet oyuncularla buluştu. Sarsıntılı diyoruz, zira arada sırada gelen ekran görüntülerine rağmen oyunun varlığından bile şüphe duymaya başlamıştık. Ha çıktı ha çıkıyor, yalan Wake talan Wake derken nihayet 2010 mayıs ayında raflardaki yerini aldığında, Alan Wake vaat edildiği bir oyun oluvermişti. Evet, karanlıktan fellik fellik kaçıyor ve ışığın tortusu dahi gönlümüze nane ferahlığı getiriyordu. Özellikle Stephan King’ten esinlenilen Alan Wake’in muhteşem hikâye sunumu, zaman zaman tekdüze giren oyunu ipten alıyordu. Beklediğimize değmişti.
Lakin satış rakamları hiçte Remedy’nin beklediği gibi olmadı. Sabırsızlık ve heyecanla geçen 5 senenin ardından oyuna olan ilgi yapımcı firmayı tatmin etmemiş olacak ki, korku romanı tadındaki hikâyeyi devam ettirmesi düşünülen 5 farklı indirilebilir içerik bölümünün sayısı 2’ye düşürüldü. Kim bilir oyun çok daha fazla ilgi gördü de biz korsan yüzünden anlayamadık.
Blur
Blur’un çıkış yaptığı dönemi çok iyi hatırlıyorum. Modnation Racer, Split/Second ve Blur temelinde aynı konsepte sahip (arcade araba yarışı) oyunlar olarak aynı ay içerisinde oyun dünyasına giriş yaptı. Modnation Racer, oyunculara sunduğu LittleBig Planet konseptiyle geliştirme ve paylaşma öğelerini kullanarak; Split/Second daha çok aksiyona dönük havasıyla oyuncuların ilgisini çekmeyi başardı.
Blur ise bize gerçek arabalarla “Karting” keyfi yaşatıyordu. Arabaların patladığı, hain tuzakların kurulduğu ve bol parçalanmaların yaşandığı Split/Second’un gölgesinde kalan ve satışl rakamlarıyla bekleneni karşılayamayan Blur, kendine ilham aldığı Mario Kart’ın o tadından yenmez oynanış biçimini lisanslı arabaların görkemli duruşuyla birleştiriyordu. Tek kişilik modda yer alan yarışların bir süre sonra kendini tekrar etmeye başlaması ve çabuk eskiyen araba kişiselleştirme özelliği oyunun olumsuz yönleri oluyordu ama multiplayer modu da bir o kadar coşkuluydu. Rekabet, zafer ve kaybetmek Blur’un multiplayer modunda heyecan verici bir hal alıyordu.
Blur, Mario kart temelleri üzerine kurulmuş.
Metroid Other M
Oyun dünyasının en eski konsol serilerinden birisi olan Metroid, 2D haliyle elde ettiği haklı başarıyı 2002 yılında “Prime” serisiyle birlikte 3D ortama taşımış ve devrim niteliğinde mekanikleriye First Person âleminin sadece shooter oyunlardan ibaret olmadığını kanıtlamıştı. Metroid Prime üçlemesi, First Person Adventure olarak tanımlanabilecek kusursuz oyun mekanizmasıyla büyük övgüler almış, benimde dâhil olduğum hayran kitlesinin memnuniyetle karşıladığı 2D – 3D bir dönüşüm yaşamıştı.
Metroid Prime 3: Corruption ile birlikte Prime serisi son bulduğunda, sırada neyin olduğunu sanırım kimse tahmin edemezdi. Çünkü takvimler 2009’u gösterdiğinde, E3 fuarında Nintendo ilginç bir duyuruya imza attı. İlginç diyorum, zira Nintendo o güne değin kendine has yapımları her daim kendi el atmış veya 1. parti oyun firmalarına yaptırmışken, Metroid serisinin son oyunu,
Ninja Gaiden ve Dead or Alive gibi hardcore oyuncuların ilgisini çeken yapımlarla tanınan Team Ninja’nın ellerine teslim edilmişti.
Hayal kırıklığına sebep olan satış rakamlarına rağmen, Blur'un yapımcı ekibi seriye yeni oyunların dahil olacağını haber etmişti. Şayet Bizzare Creations kapatılmazsa!
Özünde 2D side scrolling öğelerine sadık kalan Metroid other M, oyunun ilerleyişine göre oyuncuyu Thirt Person ve First Person görüş açılarına davet ediyor ve her açısında koyu bir aksiyonu oyuncuya sunmayı biliyordu. Her yönüyle ilklere gebe olan yapımla birlikte neredeyse çeyrek asırlık suskunluğa sahip Samus ARAN ilk defa seslendirilirken, Nintendo tarihinin en “sinematik” içerikli, hikâyeye bu kadar yoğun bir şekilde odaklanan ilk yapımı da yine Metroid other M oluyordu.
Gelgelelim, Nintendo’yu da şaşırtacak bir şekilde oyuna beklenen ilgi gelmedi. Bu etkileyici ve başarılı ortak çalışma; kim bilir belki de korsan oyunculuğun darbesini yiyen, yeterli ilgiyi göremeyen 2010’un bir başka yıldızıydı.
Samus ve Mother Brain
Makalemizin başında da belirttiğim gibi, bu kadar devleşen oyun endüstrisinde 2010 yılında çıkış yapıp, bir sebepten yeterli ilgiyi bulamamış ve eminim sizin de yorumlarınızla ekleyeceğiniz daha da yapımlar mevcut. Örneğin PSN’in büyük takdir toplayan yapımı Joe Danger veya 3D Dot Game Heroes gibi. El konsollarına değinmiyorum bile… Satış rakamlarına, illa ki etkileyici bir reklam ihtiyacına, endüstride söz sahibi sitelerin alengirli puanlamaları ve konsol sahiplerinin gereksiz fanatizmi içine o kadar gömülmüşüz ki, belki de içinde kendimizden birşeyler bulacağımız oyunlara çoktan notunu vermişiz.