Soğuk ve donmuş gezegen E.D.N. III’e tekrar hoş geldiniz. Siz burayı özlediniz mi bilemeyiz ama şu bir gerçek ki burası hala buz gibi soğuk ve bir o kadar da kasvetli. İlk 2 oyunun öncesini konu alan Lost Planet 3 bizlere Jim Peyton’ın hikayesini anlatıyor. Mineral kazımı yapıp kaynakları dünyaya transfer eden bir şirket olan NEVEC’te iş başı yapan Peyton, buradaki işlerini bitirip bir an önce dünyada onu bekleyen ailesine geri dönmeyi iple çeken sıradan bir işçi. Fakat bu sıradanlık, tahmin de edeceğiniz üzere E.D.N. III’ün derinliklerine inildikçe olağandışı bir hâle gelmeye başlayacak ve çok geçmeden başlıyor da.
İlk oyundaki diktatör yapısıyla etrafa terör estiren NEVEC, Lost Planet 3’te nasıl oluyor da bu kadar insancıl görünüyor demeyin. EDN III’ü yaşanabilir bir yer haline getirmeye çalışan bir şirketmiş görüntüsündeki NEVEC’in kirli çamaşırlarını Peyton ile ortaya bir bir çıkartacağız. Ancak onun öncesinde Nevec’in dostane görünen yüzüne şöyle inceden bir giriş yapalım.
Lost Planet 3’ün renk paletini tahmin etmek zor değil. Buz mavizi, ve beyaz tonlar oyunun her alanına hakim. Bu soğuk, ve akrid kaynayan çorak topraklarla aranızdaki buzları kolayca kıracağınızı sanmayın, aksine aranızda çok soğuk rüzgarlar esecek. İlk 2 oyuna kadar Capcom’un geliştirdiği ancak Lost Planet 3’te Spark Unlimited’a emanet edilen yapım için grafiklerin günümüz nesline göre bile geride kaldığını söyleyebiliriz. Karakter ve düşman modellemeleri tatsız, kaplamalar yetersiz göründüğü gibi efektlerde de düşük kaliteli Hollywood patlamaları var gibi. Arasahnelerin görsel yönden başarılı ancak birbirleriyle tutarsız performans gösterdiklerini görüyoruz. Yakından incelendiğinde karakterlerin cansız, ve bazen farklı dublörler tarafından seslendirmeleri de Lost Planet 3’ün hiç şüphe yok ki en hayal kırıklığına uğratan kısımlarından
Maalesef Lost Planet 3’te silahlı mechlerle karşılaşmayı ummayın. Geçtiği zaman diliminiyle de paralel olarak yapımda Peyton ile kullandığımız bir Rig’e sahibiz. Kazı yapma ve yol açmaya yönelik geliştirilmiş ve daha eski model bu mecha ile buz, tundra demeden yolları kat edeceğiz. Devasa bir robotun içinde olmanın yarattığı o hissi oldukça iyi yaratan Rig’imiz maalesef aynı hissi canavar öldürmeye gelince veremiyor. E o matkap bir yere kadar yetişebiliyor haliyle. Fakat istediğimiz an mech’ten çıkıp shooter oynanışına girişebileceğimiz yapımda, Rig’imizden vur patlasın çal oynasın müzikleri çalabilmemiz de oyuna ayrı bir hava getirmeyi başarmış. Ancak Country yerine biraz daha Rock müzikler tercih edilseymiş daha uygun olurmuş sanki.
Lost Planet 3’teki çatışma keyfi ne yazık ki aynı düşman tipleri, yetersiz yapay zeka ve belirli paternde size saldırıp duran Boss’lar yüzünden baltalanıyor. Siper alma sisteminin yavanlığı, keyifsiz düşman tasarımları ve sınırsız akınlarla gelen ve bir süre sonra gitgide Shoot’em up’a dönüşmeye başlayan oynanış, Lost Planet 3’ün oynanabilirlik bazında en büyük zaafları. Vuruş hissi için “idare eder” diyebileceğimiz kalibrede olduğu yapımda, fırlatılabilir kanca gibi ulaşım ekipmanlarının ancak kısıtlı yerlerde kullanılabildiğini görünce oyun alanının görünürde büyük, ancak sınırlı olduğunu kavramaya başlıyorsunuz. Hele ki koca mech ile yalnızca belirlenmiş paternde yürümek zorunda kalmak yapımı az daha on-rails sınıfa sokacakmış.
Lost Planet 3 için epey eksi saydık ama oyunun yaptığı en iyi şeylerden biri varsa o da hikaye anlatımı diyebiliriz. Ana karakterimiz Jim Peyton’a şöyle bir bakın. Ne öyle Chris Redfield gibi mutant kaslara sahip ne de Japon animesinden çıkmış süt gibi tipe. Sakallarıyla, konuşma tarzıyla, kendi halinde bir aile adamı. Yani kısacası sıradan biri olması onu başlı başına sevmenizi sağlıyor. Normal hikaye akışında çeşitli klişelerle karşılaşsak da, Peyton’ın artık kaç bin ışık yılı uzaklıkta olduğunu kestiremediğimiz eşiyle video mesajları görülmeye ve duygulanmaya değer cinsten. Telefon da çekmiyor haliyle, eşinin videosunu baştan sara sara izliyor zavallım.
Seride ilk defa olmak üzere, çeşitli nesneler alabileceğimiz ve NPC’lerle etkileşime girebileceğimiz bir karargahımız var artık. Savaş alanlarında topladığımız enerji puanlarını ve nadir nesneleri toplayarak gerek yeni silahlar, silah geliştirmeleri alıyor, veya Rig’imize yeni yetenekler kazandırabiliyoruz. Oyuna karargah ekleme fikri kağıt üzerinde ne kadar iyi gözükürse gözüksün, pratikte göz attığımızda asansörde katlar arası dolaşmak yükleme ekranlarının uzunluğunu göz önüne aldığımızda pek kullanışlı görünmüyor.
Arasıra Arkid öldürmekten bunaldığınızda yapımın Online modlarına göz atabilirsiniz. 6 haritanın yer aldığı versus modlarda önceki oyunlardan hatırlayacağınız Vital Suit’ler de yerini almış. Bunların yanısıra Team Deathmach, escort, conquest modlar da farklı heyecanlar arayanlar için yerlerini koruyorlar. Akrid Survival, ilk olarak Akrid akınlarına 2 takım olarak göğüs gerdiğiniz survival tipinde giderken bir anda conquest’e adım atan keyifli bir mod. Multiplayer maçlarında kazanılan paraların istenilen anda kullanılarak yeni silahlar, perkler modlar ve yetenekleri cephaneliğinize kazandırabildiğini de hatırlatalım.
Lost Planet 3, ne yazık ki ilk 2 oyundan sonra daha çok şey bekleyenleri üzecek bir yapım. Spark Unlimited, uğraşmış çabalamış ama bundan önceki oyunlarında da olduğu gibi bekleneni maalesef verememiş. Shooter severlere zar zor önerebileceğim yapım, benden 6.2 puan alıyor.