Şöyle düşünün; zombilerin işgali sonrasında karantinaya alınmış bir kente uçaktan atlıyorsunuz. Yere düşerken paraşütünüz direğe takılıyor, sonrasında ise şehirdeki çeteler tarafından ölesiye dövülüyorsunuz. Ardından da zombiler tarafından ısırılıp enfeksiyon kapıyorsunuz. Bu da yetmezmiş gibi sizi kurtarmaya gelen iyi niyetli grupsa adınızı 31 koyar. Çünkü o ekipte ısırılan 31. kişi sizsiniz. Sonrasında ise 31 gel, 31 git. Peki pişmiş tavuğun başına gelmeyen bu şeyler karşısında ne hissederdiniz? Sanırım pek iyi şeyler değil.
Kyle Crane adlı ajanı yönettiğimiz Dyling Light ülkemizde ŞanlıUrfa’nın Harran şehrinde geçiyor. Harran dediğime bakmayın, geliştiriciler İstanbul’dan esinlenmişler. Yine de kendinizi daha çok Güney Amerika’da hissedeceksiniz; çünkü
birkaç Türkçe isim dışında oyunun ülkemizle hiç bir ilgisi yok. Yani oyun Türkiye’de geçiyor diye heveslenmeyin.
Harran’da dolaşmaya başladığınızda dev bir şehirde olduğunuzu hemen anlıyorsunuz. Genellikle derme çatma evlerin bulunduğu oyunda şehri kısa sürede ezberlemek mümkün değil. Oyunun en güzel yönlerinden birisiyse evlerin veya depoların içine girebilmek.
Zaten geliştiriciler buralara çeşitli sandık ve kutular bırakıp araştırma konusunda sizi teşvik etmişler. O nedenle şehrin her köşesini didik didik etmek isteyeceksiniz. Tabi her binaya girmek istediğinizdeyse oyunun süresi bir hayli uzayacaktır.
Bu araştırma ve keşif duygusu oyunun en iyi yönlerinden birisi olmuş diyebiliriz.
Bir aksiyon-korku oyunu olan Dying Light’ta gizli görevimizin yanı sıra şehirdeki gruplarla iletişime geçiyoruz. Burada her grup kendi çıkarını düşündüğünden Crane’den bir şeyler istiyorlar. Bazıları Antizin denen ilacı, bazıları değerli eşyaları, bazılarıysa birilerini öldürmenizi istiyor. Bu durum zombilerle çevrili olsalar da insanların hiç değişmediğinin göstergesi.
Şehirde dolaşmaya başladığınızda çeşitli güvenli bölgelerin olduğunu göreceksiniz. Zombilerin giremediği bu bölgelerde uyuyabilir; eşyalarınızı düzenleyebilir veya sağlık malzemesi bulabilirsiniz. Yani kaos ortamı ve burada hayatta kalanların düzen kurma çabası iyi bir şekilde tasarlanmış.
Dying Light’ın ana görevlerinin aksiyon yüklü ve son derece eğlenceli olduğunu söyleyebiliriz. Bazı görevler sıksa ve tekrar etse de, sanırım bu durum bütün açık dünya oyunlarda olan bir dert.
Görevleri yapış şeklimizi diğer oyunlardan ayıran şeyse Parkur öğeleri. Ajan Crane binadan binaya atlayabiliyor; hemen hemen her yere rahatça tırmanabiliyor ve son derece hızlı bir şekilde koşabiliyor. Zaten şehrin parkurcular tarafından kendilerine has bir şekilde yeniden düzenlendiğini bir süre sonra fark edeceksiniz. Ayrıca Dying Light’ın gerçekçi olma gibi bir derdi yok. Çeşitli binalara halat fırlatarak tırmanınca bir parkurcuyu değil, Mortal Kombat’tan Scorpion’u yönettiğinizi düşünebilirsiniz. Bu tür öğeler oyunun aksiyon düzeyini de arttıyor. Ayrıca tırmanma ve atlama olaylarını da seri bir şekilde yapabildiğinizden bu aksiyon kötü kontrollerle baltalanmamış. Bu kadar hızlı bir oyunu akıcı kılmak gerçekten kolay bir iş değil.
Parkur yeteneklerinin hayati öneme sahip olduğu oyunda; zombiler her ne kadar genellikle yavaş, durgun ve kolayca fark edilebilir olsalar da kalabalık olduklarında çok tehlikeliler. Bu gibi durumlarda onların dikkatini başka yere çekmek en iyi seçim oluyor.
Tabi uyuz zombilerin dışında bazı zombilerse koşma yeteneğine de sahip. Yani Dying Light’ta amacınız Dead Rising serisindeki gibi şov değil, tam tersine hayatta kalmak. O nedenle zombilere ne kadar az bulaşırsanız, bu sağlığınız için o kadar iyi olacaktır.
Zaten bazı zombi türlerine bulaşmamak en iyisi. Zehirli asit fırlatan, aniden patlayan ve dev silahıyla kafanızı karpuz gibi yaran (Game of Thrones) zombiler tam anlamıyla başbelası oluyorlar. Yani her zombinin eti yenmez.
Gece-gündüz döngüsü bulunan oyunda özellikle gece olunca ortaya çıkan zombi türüyle savaşmayı bile düşünmüyorsunuz; aksi halde birkaç saniyede işinizi bitireceklerdir. Onları görünce ya bölgeden uzaklaşmalı ya da gizlice yanlarından geçmelisiniz. Eğer sizi görürlerse o zaman işiniz iş. O nedenle erkekliğin %90’ı kuralını her zaman uygulamak gerekiyor. Zaten geceleri çoğu zaman başka şansınız da yok.
Yine de merak etmeyin; çünkü savaşmak zorunda kaldığınızda elinizin altında 100’den fazla silah olacak. Borular, baltalar, çekiçler veya beyzbol sopalarıyla zombilerin beynini dağıtacaksınız.
Dövüşler o kadar eğlenceli ki fırsat bulduğunuz her an zombilere dalmak isteyeceğinize emin olabilirsiniz. Vuruş hissinin iyi bir şekilde verilmesi de dövüşlerin eğlencesini arttırıyor.
Tabi Dying Light’ta tabanca, otomatik tüfek veya bomba kullanma şansınız da var.
Buna karşın ateşli silahların oynanış dinamiklerinin biraz sırıttığını belirtelim. Özellikle kontrolcü ile oynarken düşmanları başından vurmak çok zor. Ateşli silahlar her ne kadar güçlü olsalar da asıl eğlencenin yakın dövüşlerde olduğunu belirtelim.
Zaten Dying Light’ın yakın dövüş silahlarına odaklandığı belli oluyor. Geliştiriciler silahlara elektrik, alev veya kanama gibi özellikler koymanızı sağlamışlar.
Modifikasyon öğeleri oyuna eklenerek hem oyunun süresi uzatılmış, hem de oyun daha eğlenceli hale getirilmiş. Özelleştirmeler sadece silahlarla da sınırlı değil. Karakterimizin giysileriniz değiştirebildiğimiz gibi yeteneklerini de geliştirebiliyoruz.
Yetenekler Survival, Agility ve Power olarak 3 ana kategoriye ayrılmış. Bunların her biri de 25 civarında yeteneği barındırıyor. Görevleri tamamlamak, insanları kurtarmak, hızlı koşular ve düşmanları öldürmek gibi şeylerle kazandığınız puanlar sayesinde bu yetenekleri açabilirsiniz. Bu yetenekler sayesinde Kyle Crane’in geçirdiği harika değişime de tanık olacaksınız. Böylece sanki kendi karakterinizi yaratmış hissine de kapılıyorsunuz. Techland özelleştirme ve rpg öğeleriyle Dying Light’ı kesinlikle daha eğlenceli hale getirmiş.
Chrome Engine 6 ile geliştirilen Dying Light grafiksel konuda da iyi bir iş çıkarmış.
Bazı kapalı mekanlarda grafiksel detaylar üzerinde önemle durulduğunu görüyoruz. Gün ışığının pencereden süzülmesi, duvarlardaki kaplamalar ve detaylı nesneler gözlerinize bayram ettireceklerdir. Etraftaki dağınıklık hissi de sanat ekibinin başarısı olarak görülebilir.
Açık alanlarda da durum farklı değil.
Doğru renk paletiyle seçimiyle gerçekçiliği arttıran yapımcılar havada uçuşan polenler ve kaliteli alev efektleriyle grafikleri daha da etkileyici yapmışlar. Tabi aynı etkileyicilik geceleri de geçerli. Techland’in ışıklandırmalar üzerinde yoğun çaba harcadığı belli. Bu kalitenin bütün mekanlarda aynı seviyede olmamasıysa grafiksel konudaki eksiklik olarak görülebilir.
Oyunda dinamik gece-gündüz döngüsünün yanı sıra dinamik hava koşulları da var.
Rastgele yağan yağmur, rüzgarlı ve sisli hava şehrin atmosferi iyi bir şekilde vurgulanmış. Özellikle yağmurlu havada Harran görsel olarak daha etkileyici bir atmosfere bürünüyor. Sonuç olarak çevre tasarımları belki mükemmel veya kusursuz değil, ama açık dünya bir oyun için üst düzeyde.
Karakter tasarımları konusunda da açık dünya bir oyuna göre son derece iyi bir iş çıkarılmış.
Özellikle karakterlerin yüz ifadeleri, tasarımları, zombilerin hasar aldıkça parçalanması gibi detaylar sizi de etkileyecektir. Tabi bütün bunlar için yüksek sistem özelliklerine sahip bir bilgisayarınızın olması şart. Aksi halde grafikler etkileyici olmaktan çıkacaktır.
Grafiklerin tatmin ediciliğinin yanında Techland müzikler konusunda da oldukça iyi bir iş çıkarmış. Menülerde kulağınıza bayram ettiren müzikler aksiyon anlarında da gaza getirme konusunda iyiler.
Geliştiriciler Ortadoğu tarzı müziklerin yanı sıra elektronik müziklerle atmosferi sağlamlaştırmışlar. Sesler konusundaki en büyük sorunsa seslendirmeler ve dudak hareketlerinin birbirine uymaması. Malesef Techland bu konuda amatörce bir iş çıkarmış.
Dying Light genel olarak eğlenceli bir oyun. Belki görevler çok zekice tasarlanmış diyemeyiz, senaryo da çok derin değil.
Buna karşın 4 kişilik co-op modunun bulunması bile Dying Light’ı almanız için önemli bir sebep. Bir arkadaşınızın senaryosuna girip acımasız Harran şehrinde birbirinize destek olabilirsiniz. Tabi co-op modun yanında “Be the Zombie” modunda zombi olarak avcıya dönüşmeniz de mümkün. Diğer oyuncuları avlamak istediğinizde gizlice köşelerde dolaşabilir, düşmanınızı süzebilir ve en sonunda onu paramparça edebilirsiniz.
Açıkçası Be the Zombie sadece çerezlik bir mod.
Öyle sizi çok uzun süre oyalayacak kadar kaliteli olduğunu da söyleyemeyiz. Yine de 4 kişilik co-op desteği bile oyunun eğlencesini fazlasıyla katlıyor.
Dying Light uzun süredir beklediğimiz açık dünya öğelerine sahip zombi oyunu olmuş. Oyun hiç bir konuda mükemmel değil, ama son derece iyi bir iş çıkarıyor. Parkur öğeleri, onlarca silah özelleştirmesi, eğlenceli yan görevleri ve dinamik dünyasıyla Dying Light parasının hakkını veriyor. Belki oyunun senaryosu ve sunumu sıradan, ama sunduğu eğlence inkar edilemez. Özellikle co-op olarak oynadığınızda Dying Light’tan büyük zevk alacağınız kesin. Eğer zombi temalı oyunlara ilgi duyuyorsanız Dying Light bolca eğlence sunuyor.