Başarının tesadüf olmadığını anlatan bir hikaye duymak ister misiniz? Öyleyse kırmızılı kadına dikkat edin ve bu sese kulak verin.
Çiçeği burnunda oyun stüdyosu Supergiant Games, ilk oyunu Bastion’la hem oyuncuların gönlünü çaldı hem de eleştirmenlerin. Bu başarı ticari olarak da gerçekleşince hepimiz sıradaki yapımı ellerimizi ovuşturarak beklemeye koyulduk. Peki bu başarı tesadüf müydü? Transistor bize bunun bir tesadüf olmadığını kanıtlayan yeni bir hit.
İzometrik kamera açısı, renkli bir dünya, RPG öğeleriyle süslenmiş bir oyun alanı ve 3. tekil şahıs tarafından gerçekleşen seslendirmeyle anlam kazanan hareketlerimiz. Transistor, Bastion’ın iskelet sistemini kendine örnek alıyor ama içini kendi ruhuyla, kendi ışıltısıyla dolduruyor.
Hikaye tam da bir kırılma noktasında, sesi çalınan solistimiz Red ve konuşan kılıcımızın tek vücut olduğu anda başlıyor. Derken adım adım gizem perdesinin aralandığı bir sunumla karakterleri, olayları, mekanları; kısacası Transistor dünyasını oluşturan parçaları daha yakından tanıma şansına erişiyoruz.
Zarif ve de narin ama bir o kadar da cesur kahramanımız Red’in yerde sürüye sürüye taşımak zorunda kaldığı dev kılıcı her yönüyle oyunda büyük bir etkiye sahip. Red’le o kadar bütünlemiş ki, adeta oyunun diğer ana karakteri.. İhtişamlı silah görünümünün altında kılıcımız hikaye sunumu ve sesleri de etkilemiş halde. Sadece sesi çalınan karakterimizin dile getiremediklerini dillendiren bir sözcü değil. Oyun alanındaki her hareketimize tepki veren, 3. tekil şahıs anlatıcısı rolündeki kılıcımız Bastion’daki performansı büyük alkış alan Logan Cunningam’ın sesiyle hayat buluyor yine.
Bastion’a kıyasla Transistor’un sesli tepkiler konusunda çok daha yoğun bir içeriğe sahip olduğu farkı güç olmayacak bir ayrıntı. Yanlış yola sapmanız, savaşlar esnasında fazlaca darbe almanız, duruşunuz, koşuşunuz…Her hareketiniz anlatıcı tarafından sözlü bir karşılık bulurken, oyun alanıyla olan etkileşime yine farklı bir açıdan bakan yapımcı ekibin bu konuda çok yoğun ve takdir edilesi bir çalışma çıkardığı su götürmez bir gerçek. Bu konsept bir sonraki oyunda da kullanılsa eskimeyecek zira Supergiant Games oyuna özel bir çalışma çıkararak kendini tekrar etmeyen bir sunuma imza atmış.
Ve yine vurucu bir müzik albümü. Tabii ki Bastion’ın efsanevi, dillere pelesenk müziklerine imza atmış olan Darren Korb’un mutfağında çıkma leziz parçalar. Bastion’ın doğu ezgileriyle süslenene müziklerine istinaden Transistor’de yapımın evreni, görselliği, hikaye anlatımı ve oynanışıyla ahenk yakalamış jazz & elektronik türü parçalar bizleri bekliyor olacak. Anlatıcının sesiyle zaten kendine has bir etkileşim tarzı yakalayan Transistor, bunu müziklerle süslemeyi pekala iyi biliyor.
Görsel olarak Transistor adeta parıltılı, rengarenk bir sahneyi andırıyo. Yapım bilimkurgu temasını benimsemiş ve neo-cyberpunk bir dünyada geçiyor olmasına rağmen estetik açıdan steampnuk çizgileriyle betimlenmiş. Aslında tıpkı Bastion’da olduğu gibi Transistor de sizi el üstünde tutuyor ve hikaye sanki yerle bir olmuş medeniyet üzerine inşaa edilmiş görkemli kuleler üzerinde vuku buluyor.
Yeni nesille birlikte çok daha renkli bir oyun alanı sunan SuperGiant Games, ana karakterlerimiz Red ve kılıcımız üzerinde detaylı çalışmalara imza atmış. Burda bir parantez açarak renkliden kastımızın oyun alanındaki renk paleti olduğunu belirtmek lazım sanırım. Zira şehrimiz Cloudbank koyu bir örtüyle kaplanmış edasıyla her daim karanlık ve gizem havasının tetikleyici bir unsuru sayılabilir noktada.
Red’in saç buklelerinin hareketli yapısı, hareketlerle ahenkli kıyafeti, savaş animasyonları ve yerde sürünmesiyle birlikte oyun alanına renkli çizgiler bırakan kılıcımız bu eserin dikkate değer anekdotları olarak sahnedeki yerini almış.
İşte Transistor’u Bastion’dan ayıran en önemli yere geldik. Savaş alanına. Transistor düşmanla mücadele yolunda oyuncuya 2 farklı seçenek sunuyor: gerçek zamanlı saldırı veya sıra tabanlı saldırı. Sıra tabanlı saldırı sistemi alışılagelmişin dışında çok daha akıcı bir işleyişe sahip. Sıra tabanlı atak yapma moduna geçtiğinizde yaptığınız her harekete karşılık stamina barınızdan enerji kullanıyorsunuz. Bu barı gözeterek yaptığınız hareketlerin çeteresini tutarken öte yandan verdiğiniz hasar miktarlarını da hesaplama şansınız var.
Her düşman tipinin alerjisi olduğu veya dirayet gösterdiği saldırı tipleri var ve bu noktada verdiğiniz hasarın çeteresini tutmak son derece önemli. Verimli olmadığını düşündüğünüz bir saldırıyı geri alabilir ve farklı bir saldırı tipiyle düşmanı alt etmeyi deneyebilirsiniz. Ancak tüm bu hesaplamaları yaparken aklınızdan çıkarmamanız gereken nokta, stamina barınız tekrar dolana dek saldırıya geçemiyor oluşunuz. Agresif biçimde düşmana saldırır ama işin defansif yönünü düşünmezseniz bir anda kendinizi düşmanın şefkatten yoksun kollarında bulur, tokat darbeleriyle mayhoş hale gelirsiniz. İşte bu yüzden yok edilebilen ancak mantar gibi yeniden biten beyaz duvarlarla karşılaşıyoruz oyun alanında. Saldırı cephenizi bu duvarlara göre ayarlıyor, kaçış stratejilerinizi de bu duvarlara göre gerçekleştirebiliyorsunuz. Böylelikle bir sonraki gerçek zamanlı veya sıra tabanlı saldırınız için stamina barınızın dolmasını beklerken kendinizi güvene alabilirsiniz. Tabii değişen düşman türleri ve oyun alanıyla birlikte sizin de saldırı ve savunma tarzınız mecburen değişiyor. Öyle ki saldırılarınızdan etkilenen ve tek sığınağınız olan duvarların hasar görmemesi için saldırı alanı kısıtlı silahları kullanmak zorunda kaldığınız da olacak.
Evet, silahlar. Heybetli kılıcımız tek kişilik dev ordu yakıştırmasının hakkını verecek bir güce sahip. Oyun alanında edindiğiniz her yeni saldırıyı, savunmayı veya yeteneği istediğinizle kombine edebiliyor, ortaya tamamen farklı silah güçleri çıkarabiliyorsunuz. Hiç bir yeteneğiniz birinciliğe oynamıyor. İstediğiniz fonksiyonu ana saldırı olarak seçebilir, diğer fonksiyonları bu ana saldırıya bağlayabilirsiniz. Adeta bir oyuncak gibi. GBu da ortaya birbirinden tamamen alakasız ilerleyişler, oynanış şekilleri çıkarıyor; hem tekrar oynanabilirliği hem de oyun içinde farklı saldırı şekilleri denemeye olan arzunuzu kamçılıyor. Silahınızın fonksiyonlarıyla oynamak ve ortaya yeni yeni icatlar çıkarmak başlı başına bir eğlence olmuş Transistor’de. Yaptığınız birleşimlerin ortaya nasıl bir silah çıkardığını gösteren açıklama kısmı da tercihinizde etkin bir rol oynuyor. Ancak bu yetersiz gelir de yeni silahlarla pratik yapmak isterseniz, Bastion’da olduğu gibi özel bölüme girerek türlü çeşit mini oyunlar ve görevler eşliğinde gönlünüzce coşma şansınız var.
Bulduğunuz fonksiyonlar hikayeyle doğrudan bağlantılı karakterleri temsil ediyor. Aslında onların birer geçmişi var, Cloudbank’in bilindik sakinleri ve şimdi size bu yolculukta bir fonksiyon olarak eşlik edecekler. Bir diğer kırılma anı da burda yaşanıyor ve kimi yerlerde 2 farklı fonksiyondan birini seçmeniz isteniyor. Seçtiğiniz fonksiyon yani kişinin kimliğini öğrenebilme şansına erişirken, diğer fonksiyonun kime ait olduğu bir sır olarak kalıyor ki bu da hikaye bittiğinde tekrar dönüp oynamanız ve diğer karakterin kimliği, fonksiyonun size ne gibi kombinasyonlar kazandıracağı konusunda bilgi edinme isteğini gazlayabilecek bir detay.
Düşmanların boy göstermesiyle arenaya bürünen oyun alanında can barınız o savaşa özel hale getirilmiş. Yani o arenayı düşmandan temizlemediğiniz müddetçe kaçıp saklanmanız sağlığınızı düzeltmeyecek. Şayet dişli düşmanlarınız karşısında başarılı bir strateji izleyemez de can barınız tükenirse mevcut silah fonksiyonlarınızdan birisi işlev dışı bırakılıyor ve mevcut fonksiyonlarınızla mücadeleye mecbur bırakılıyorsunuz. Öldürmeyen ama süründüren sistemiyle game over ekranına fakrlı bir bakış açısı getirilmiş ve bu konuda da gayet başarılı olunmuş. Bu fonksiyonları geri kazanmak için bazen 1 bazense bir kaç silah kişiselleştirme istasyonuna uğramanız gerekecek.
Cloudbank şehri etkileşim bir şehir. Ve yaptığınız kimi seçimler oyun alanını da etkileyebiliyor. İlerleyişiniz esnasında dahil olduğunuz bazı demokratik anketler şayet oy verdiğiniz seçenek galipse oyun alanını doğrudan etkileyebiliyor. Cloudbank’in çehresi istediğiniz renk paketiyle bezeniveriyor.
Transistor’un en büyük sıkıntısı oyun alanındaki bazı nesnelerin karakteriniz ve saldırı alanını perdelemesi. Sıra tabanlı saldırıyı tercih ettiğinizde ehemmiyetsiz olabilen bu sıkıntı gerçek zamanlı saldırı yapmak istediğiniz anlar ve kaçışlarınızda görüş açınızı perdeleyen ve her adımda zorlaşan oyun alanında dert haline dönüşebilir.
Büyük bütçeli, aynı zamanda 60$ fiyat etiketiyle çıkagelen oyunlarla kıyaslanacak bir iş var ortada. Hikaye sunum tarzından müziklerine, oynanışta sunduğu doyurucu içerikten sahip olduğu dünyasına.. Şayet RPG oyunlarından hoşlanıyorsanız ve halihazırda Bastion’a bayıldıysanız, Transistor’ü deneyim etmeniz için sizi durdurabilecek hiç bir güç yok. Hele ki indirilebilir bir oyun olarak fiyatı da gözetildiğinde, Transistor bir inci gibi parlıyor.