Avatar The Game açıklanınca James Cameron’dan önce tabi ki dikkatimi yapımcı firma Ubisoft çekti. James Cameron’ın Aliens, Terminator ve Titanic gibi filmlere imza atması her ne kadar saydığım filmlerden ilk ikisini çok beğensem de benim için pek de önemli değildi. Birçok güzel filmin yapımcı firmaların elinde rezil olduğuna sıkça şahit oluyoruz. Chronicles of Riddick gibi mükemmel film oyunlarına rastlamak pek de kolay değil. Avatar the Game’in Prince of Persia, Rainbow Six, Assassin’s Creed, Far Cry 2 gibi kaliteli oyunlara imza atmış Ubisoft'un ürünü olacak olması beni heyecanlandırmıştı. Oyun özellikle film dünyasını takip eden birçok oyuncuyu da heyecanlandırdı, fakat o kadar da heyecanlanmaya gerek yokmuş.
22. yüzyılda, bir uydu olan Pandora’da geçen oyunda insanların kurduğu RDA (Resources Development Administration) ve Pandora’nın yerli canlıları Na’viler arasındaki mücadele konu alınmış. Ryder isimli karakteri yöneterek oyuna başlıyoruz. İnsanların Pandora’nın atmosfer sisteminde nefes alamamaları dolayısıyla bazı insanlar genleriyle oynanarak Na’vi’ye dönüştürülürler. Böylece Pandora’da rahatça nefes alabilecek insan yanlısı Na’viler yaratılmış olur. Oyunun konusu filmden bir süre önceki olayları ele alıyor. Yine de oyunun filmden önceki olayları konu alması sizi heyecanlandırmasın, çünkü o kadar kötü bir sunum yapılmış ki hiçbir şeyi anlamadan kendinizi savaşta buluyorsunuz. Öncelikle Ryder neden Na’vi’ye dönüştürüldü bilmiyoruz, filmde felçli bir asker eskisi gibi hareket edebilmek vs için Na’vi olmayı kabul ediyor, ama oyundaki Ryder’in hikayesi belli değil. Balıklama savaşa dalıyoruz ve oyun bizden 40-50 dakikalık bir oyun süresinden sonra Na’vi veya insanların tarafında olmak arasında seçim yapmamızı istiyor ve hikâye de buna göre şekilleniyor.
Hikâyenin şekillenmesi sözünü kullandığıma bakmayın, çünkü ortada doğru düzgün bir hikaye bile yok. Uzun zamandır bu kadar berbat sunuma sahip bir oyun oynamamıştım. Neyse ki Pandora gezegeni James Cameron sayesinde oyunun bu olumsuz havasını biraz da olsa yumuşatıyor. Özellikle Na’vi ve insanlar arasında seçim yapmadan önce gezegendeki bitki ve hayvan çeşitlerini keşfetme imkânımız var. Keşfettiğimiz bu canlılar hakkında menüdeki Pandorapedia’yı kullanarak bilgi edinebiliyoruz. Ubisoft’un Far Cry 2’de ve Assassin’s Creed 2’deki bitkilerin modellemesinde kullandığı Dunia (evet Türkçe’deki Dünya) adlı oyun motoru sayesinde Pandora gezegeni oldukça hoş görünüyor. Çevredeki bitkiler, hayranlar ve su birikintileri gerçekten oldukça iyi görünüyor. Su’daki renk değişimlerinin beni etkilediğini belirtmeliyim. Yine de insanların, Na’viler, araçların ve metalik binaların görünüşü sıradanın ötesine geçemiyor. Ayrıca çevre tasarımının da kalitesini abartmamak lazım, bence Far Cry 2 görsel olarak çok daha iyiydi.
Na’vi veya insanlar arasında seçim yapmak bir bakıma iyi veya kötü arasında seçim yapmak anlamına geliyor. İşgalci insanları mı, yoksa evlerini korumaya çalışan Na’vileri mi seçeceksiniz gibi basit bir ayrım bizi bekliyor. Seçiminizden önce hem Na’vi hem de insan olarak oyunun bir kısmını oynadığınızdan seçim esnasında her iki taraf hakkında birtakım bilgilere sahip oluyorsunuz. İnsanları seçtiğinizde emrinize çeşit çeşit makineli tüfekler ve Flamethrower (Alev püskürtücü) gibi silahların yanı sıra; savaş robotları, helikopter, araba, bot gibi araçlar da giriyor. Na’vi tarafını seçtiğinizde ise Dire Horse (bildiğiniz atın Na’vi versiyonu), helikopter yerine geçecek bir kuş vs gibi seçenekler var. Ayrıca Na’vilerin ok ve makineli tüfeğin yanında yakın dövüş silahları da bulunuyor. Yakın dövüş silahları benim çok fazla işime yaramadı, çünkü savaşlar oldukça çetin geçiyor. Her ne kadar yakın dövüş silahları ile kısa sürede düşmanlarınızı öldürebilseniz de “normal” zorluk seviyesinde düşmanlarınızın yanına yaklaşmakta zorlanabilirsiniz. O nedenle size sunulan Berserker, Ultrasonic Repulsor, Generic Regenerator gibi gücünüzü, hızınızı ve sağlığınızı vs arttıran veya sizi görünmez yapan birtakım özelliklerden mutlaka yararlanmalısınız. Ayrıca bazı bitkileri zararsız diye öldürmezlik etmeyin görevlerin yanında alacağınız bu fazladan deneyim puanlarıyla kendinizi hızlıca geliştirebilirsiniz.
Ubisoft’un yapay zeka konusunda mükemmel işler çıkarmış bir firma olmadığını biliyorum. Assassin’s Creed veya Far Cry 2’de düşmanların çok zekice davrandıklarını söyleyemesek de, Rainbow Six bu konuda başarılıdır. Avatar the Game belki de son zamanlarda Ubisoft’un en kötü yapay zekaya sahip oyunu desem yeridir. Örneğin oyunun başındaki bölümde köpeklerle dövüşürken bazen çevrenizde öylesine dolaşıyorlar ve size saldırmıyorlar. Askerlere karşı savaşırken de bazen başka bir hedefe doğru ateş ederek gidiyorlar. Hatalar bununla sınırlı olsa yine iyi. Araçlarla yaratıklara veya askerlere çarpınca bazen hiçbir şey olmamış hasar almıyorlar. Bir Dire Horse ile köpeklerin birisinin üzerinden geçince sanki üzerlerinden kelebek geçmiş gibi hiçbir şey olmuyor. Başka bir örnek vermek gerekirse otomatik bir kapıdan geçmeye çalışan bir askere kapı açılmıyor, ama ben gidince kapı açılıyor ve o diğer asker böylece kapıdan geçebiliyor. 2 yıldır geliştirilen bir oyunda bu tür hataların olması anlaşılır bir durum değil.
Avatar the Game hatalarla dolu olmasının yanı sıra iyi özellikleri de var diyemeyeceğim. Oyunun düz ilerleyen yapısı ve basit görev sistemine bir de kontrol sorunları eklenince bazen oyunu oynamak işkenceye dönüşebiliyor. Kamera özellikle Na’vi olarak oynarken büyük sorunlara yol açıyor, bu nedenle yakın dövüşlerden bir anda karakterimizi yönetmemiz zor olabiliyor. İnsanların tarafındayken de durum çok farklı değil. İnsanların tarafının oyun yapısı açıkça Capcom’un Lost Planet oyununa benzetilmiş; fakat; sıkıcı ve tekrar eden savaşların yanı sıra düşmanlara hedef almadaki zorluklar Lost Planet’tan ayrılan noktalarından sadece birisi oluyor. Özellikle sonsuz mermiye sahip çift tabancanın her ikisinin toplamda nasıl 8 mermi alabildiğini hala anlayabilmiş değilim, bu tabancalarla oynamak benim için resmen ızdırap oldu.
Benim için oyunun tek artı yönü Pandora gezegeni olmuştur, etraftaki bitkileri ve hayvanları keşfettiğimiz ilk 40-50 dakikalık bölüm oyunun en zevkli kısmı oldu. Bu bölümü oynarken oynadığım en mükemmel serilerden biri olan Metroid Prime aklıma geldi. Yine de müziklerin Metroid Prime serisininki gibi akıl almaz derecede özgün ve çevrenin o mükemmel atmosferini yansıtan bir yanı yok. Silah, patlama veya araçların sesleri sıradanlığı aşamıyor. Karakterlerin seslendirmeleri ise oldukça kötü, seslendirmeler vücut ve yüz hareketleriyle yeterince desteklenmediklerinden bazen karşınızdaki kişinin sadece ağzının oynadığını görebilirsiniz.
Na’vi ve insanlar (RDA) arasında seçim yapacağımız bölüme kadar oynadığımız kısmı saymazsak oyunun tek kişilik modunda her iki tarafın toplam hikâyesi yaklaşık 10–11 saat sürüyor. Eğlenceli olduğunu söyleyemeyeceğim tek kişilik modun yanı sıra RDA ve Na’vi tarafını seçerek savaşabileceğiniz “Capture the Flag” veya Death Match gibi multiplayer seçenekleri de bulunuyor. Piyasada özellikle multiplayer alanında çok üst derecede kaliteli yapımlar bulunurken Avatar the Game’de zaman harcamak isteyeceğinizi sanmıyorum. Oyun 3D desteği sunduğundan gerekli donanımınız varsa ve oynayacak oyun bulamıyorsanız Pandora gezegenine göz atmak için alabilirsiniz. 3D donanımınız yoksa her oyunu bitirdim, canım sıkılıyor, oyun krizim geldi diyenlerin dışındakilerin uzak durması gereken bir oyun olduğunu düşünüyorum.