Haftalık oyun önerilerimizin on dördüncüsü ile devam ediyoruz. Bu hafta Far Cry benzeri bir hayatta kalma oyunu önereceğim. Diğer tavsiye yazılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.
Bu öneri yazılarında az bilinen oyunlar gibi bir konsept altında da kalmayacağız. Örneğin; The Last of Us Part II yayınlanmadan bir iki hafta önce The Last Of Us’ın ilk oyununu önerebiliriz. Bunun sebebi tavsiye ettiğimiz oyunu, o hafta içerisinde oynamanızın daha iyi olacak olması. Eğer bilindik bir oyunu önerirsek; yazının içeriği oyunu tanıtmak yerine, oyun için bir inceleme veya oyun hakkında konuşmak istediğimiz şeyler tarzında olacaktır. Şimdi önerdiğimiz oyuna geçelim.
Die Young
Yayıncılığını ve geliştiriciliğini IndieGala’nın yaptığı hayatta kalma oyunu Die Young, geçtiğimiz yıl 12 Eylül’de yayınlanmıştı. Hayatta kalma mekanikleri, ev kurup kendi hayatını kurma şeklinde olmayan, daha çok eşyalar ve silahlar üreterek adadan kaçmaya çalıştığınız bir oyun. Aynı zamanda açık dünyası sayesinde de keşif hissi de barındırıyor.
Elbette adadan durduk yerde kaçmaya çalışmıyorsunuz, adada canınızı tehdit eden tehlikeler de bulunuyor. Hayatı uçlarda yaşamayı seven, adrenalin bağımlısı bir grup genç, bir adaya tatile gider. Ancak ada bir tatil koyu değildir ve adada kaçırılırlar. Bizim kontrol ettiğimiz karakter ise tek başına bir kuyunun içerisinde uyanır ve macerası başlar. Sizin de fark edebileceğiniz gibi Far Cry’a oldukça benzeyen bir hikâye. Ancak hikayesinden önce oyunun mekanikleri ile başlayalım.
Oyunun en temel türü hayatta kalma diyebilirim. Ancak dediğim gibi bir Forest gibi ev yapayım, barınak yapayım veya herhangi bir şekilde kendi yaşamımı kurayım tarzı bir hayatta kalma oyunu değil. Adadan kaçabilmek adına ihtiyaç duyduğunuz eşyaları üretmek için malzemeler bulduğunuz ve eşya ürettiğiniz bir oyun. Örneğin etrafta bulduğunuz hayvanları öldürerek kendinize çanta yapmanız gibi. Dediğim gibi bu açıdan da Far Cry’a oldukça benziyor, ancak Far Cry’da olduğu gibi büyük ateşli silahlar yok. Oyun genel olarak yakın dövüş silahları üzerine kurulu. Daha etkili ve güçlü silahları ise üretmek yerine, belirli bir yeri keşfettiğinizde bulabiliyorsunuz.
Oyunun aksiyon bölümü de zaten bu yakın silahlar üzerine kurulu. İlerleyen süreçte bulduğunuz silahlardan bahsetmeyeyim, spoiler olmasın. Bunun dışında bir de oyunun parkur bölümü bulunuyor ki bu bölüm aksiyondan daha fazla yer kaplıyor diyebilirim. Bu kısmı da açıkçası övmek istiyorum, oyunun aksiyon kısmı çok da kaliteli sayılamaz ne yazık ki ancak oyunun parkur kısmı gerçekten keyifli. Ayrıca bu parkur kısmında kendinizi geliştirdiğinizi görebilmek ve işleri biraz daha keyifli hale getirmek için de küçük ayrıntılar eklenmiş ve bu da cidden oldukça keyifli bir hale getirmiş oyunu.
Oyunda bahsedilmesi gereken en büyük bölüm ise açık dünyası. Ancak açık dünyaya geçmeden önce hikâyeden biraz bahsedeyim. Yazının başında da belirttiğim gibi bir grup arkadaş tatil için bir adaya gidiyor ve kaçırılıyorlar. Uyandığımızda ise yanımızda kimse yok. Yanımızda kimsenin olmadığı gibi haritada da pek fazla insan duruyor gibi gözükmüyor. Ancak çeşitli yapılar mevcut. Başlangıçta bize ne olduğunu araştırmaya başlıyoruz, sonra adadan kaçmaya çalışıyoruz ve en sona doğru da işler iyice karışıyor ve başka bir yere doğru gidiyor hikâye. Hikâye başka bir yöne doğru gidene kadar hikayeden oldukça keyif aldığımı söyleyebilirim. Ancak işler değişmeye başlayınca insanı biraz sıkmaya başlıyor açıkçası. Spoiler vermeden bu kısım hakkında bir ipucu isterseniz, bu kısmın da Far Cry’a oldukça benzediğini söylesem yeterli olur sanırım. Hikâyenin detaylarını keşfettiğiniz yerlerde bulduğunuz kağıtlardan ya da ara ara giren animasyonlardan öğrenebiliyorsunuz.
Dediğim gibi oyunun asıl bahsedilmesi gereken yeri bana göre açık dünyası. Hikâyeden önce biraz bahsettim, çünkü açık dünyayı keyifli yapan kısım hikaye ile güzel bir uyum yakalaması. Hikâye zaten biraz gizemli ve merak uyandırıyor. Harita da buna göre tasarlanmış ve çok da keyifli olmuş. Başlangıçta adada insan arıyorsunuz ve adada ne olduğunu veya adanın ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Bu sırada da hem hikâye olarak oyunu ilerletiyorsunuz hem de adayı keşfedip kendinize yeni eşyalar üretiyorsunuz. En keyifli kısım da dediğim gibi keşif hissi ve hikâyenin size hissettirdiği o gizem hissiyatı. Oyuna başladıktan sonra oyunun büyük bir kısmında “şimdi şuraya gitmelisin” gibi bir uyar veya yönlendirme çıkmıyor. En azından direkt olarak haritanızda bir yer işaretlenmiyor. En fazla size “şunu yapmalıyım” gibi bir görev çıkıyor ve siz de o görevi nerede yapabileceğiniz düşünüyorsunuz ve macera başlıyor. Haritanın yeteri kadar büyüklükte olduğunu söyleyebilirim. Hatta yer yer kaybolduğum da oldu. Bu kısımda en can sıkan nokta, nereye ne zaman gideceğinizi bilmediğiniz için bazı şeyleri erken veya geç keşfedebiliyorsunuz, bu da bazen bazı yerlere tekrar tekrar gitmenizi gerektirebiliyor. Bu kısımda da dediğim gibi bazen kaybolabiliyorsunuz ve işler can sıkıcı bir hale gelebiliyor. Bu kısımda da yardımınıza fast travel özelliği koşuyor, ancak bu özellik oyunun her iki zorluk seviyesinde de erişilebilir değil. Bu özelliği kullanmak için oyunun “Maceracı” zorluğunu seçmeniz lazım. Fast travel’ı da istediğiniz zaman yapamadığınızı belirteyim, sadece fast travel noktasından başka bir fast travel noktasına gidebiliyorsunuz.
Aksiyon ve parkur kısmından biraz daha bahsetmek gerekiyor. Oyunda birkaç farklı düşman çeşidi bulunuyor ve açıkçası çok da öyle zorlandığınız veya taktik geliştirmek zorunda kaldığınız dövüşler olmuyor. Ara sıra boss dövüşü gibi sekanslar oluyor. Bu kısımlar da açıkçası pek keyifli değil ve oyunun bağımsız bir oyun olduğu bu kısımlarda insanın dikkatini daha çok çekiyor. Parkur kısmı ise dediğim gibi oyun için büyük bir yer kaplıyor aslında, çünkü hemen hemen keşfettiğiniz her bölümde gitmek istediğiniz yere direkt gidemiyorsunuz ve bir parkur sürecinden geçmek zorunda kalıyorsunuz.
Son olarak da oyunun grafiklerinden ve seslerinden bahsedelim. Ses olarak pek fazla bir şey beklemeyin oyundan. Müzik çoğu zaman aksiyon sahnelerinde kullanılıyor, bunun dışında sizi doğada hissettirebilmek adına ekstra bir ses tasarım işine girilmemiş. Arada sırada hep aynı tür olduğu belli olan kuş sesleri geliyor. Çok nadir hayvan sesleri duyuyorsunuz ya da düşmanların garip ve anlamsız seslerini duyuyorsunuz.
Ancak grafik olarak oyunun kaliteli olduğunu söyleyebilirim. Günümüzdeki AAA FPS oyunlarına yakın bir grafik sunuyor. Animasyonlar da gayet yerinde ve kaliteli olmuş. Ancak bağımsız bir firmanın yaptığını da bu kısımda yer yer hissedebiliyorsunuz, çünkü optimizasyon konusunda bazı sıkıntıları var. Oyunu genel olarak düşük FPS veriyor ve hatta yer yer takılıyor.
Toparladığımda ise gayet keyifli bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Sizin oyun tarzınıza ve ilerleyişinize göre oyun süresi cidden oldukça değişebiliyor, ancak yaklaşık olarak 10 saatlik bir oynanış süresi olduğunu söyleyebilirim. Bu 10 saatlik oyunun da çok rahat bir şekilde ilk 7 saati oldukça keyifli.
Far Cry oynayasınız varsa ancak fiyatı fazla geliyorsa güzel bir alternatif Die Young. Elbette o kadar büyük bir oyun değil ve farkları mevcut, ancak fiyat olarak da Far Cry’a göre daha uygun. Ayrıca bu oyunun bağımsız bir stüdyodan geldiğini de unutmamak lazım. Şu anda oyun yalnızca Steam’de bulunuyor ve oyunun indirimsiz fiyatı 32,00 TL. Şu anda Yaz İndirimleri olduğu için 9 Temmuz 2020’ye kadar 16,00 TL ve şu anki fiyatını rahatlıkla hak ettiğini söyleyebilirim. Ayrıca oyunda Türkçe dil desteği olduğunu da belirteyim.