Her şeyden önce Baldur’s Gate III incelememiz geç kaldığı için özür dilerim. Ancak oyunda o kadar çok anlatılacak şey, o kadar çok yaşanacak şey var ki detaylı bir inceleme için uzun süre oynamak gerekti. Aslında bu giriş cümleleri de incelemeye geçmeden önce oyun hakkındaki görüşlerimi genel olarak anlatmıştır.
Sıra tabanlı açık dünya RPG oyunlarının atası bildiğiniz gibi DnD’ler ya da diğer ismi Dungeons and Dragons oyunları ya da genel olarak FRP’ler diyebiliriz. Ne yazık ki çoğu şey gibi Dnd’ler de yani masaüstü rol yapma oyunları da ülkemize geç geldi. Kültür olarak geç gelmesinin dışında şu anda Türkiye’de direkt olarak Türkçeye çevrilmiş FRP oyunları neredeyse yok denilecek kadar az. Çocukluğunda bir yerde denk gelen ve yurt dışından sipariş verebilen şanslı kişiler, bu tür ile erkenden tanıştı. Kısaca zamanında bu tarz oyunlara erişmek oldukça zordu. Döviz kuru sebebiyle erişmek ne yazık ki şimdi de zor. Ancak en azından artık internetten “bir şekilde” erişilebiliyor. Aslında ben de bu şanslı insanlardan olduğumu söyleyebilirim. 10 yaşındayken bu tür ile tanışmıştım ve sanırım çoğu kişi gibi başta anlam veremeyip sonradan âşık olmuştum. Çeşitli oyunlar oynayarak da sonrasında DM’lik yapabilecek kadar tecrübe kazandım. Bu türe bu kadar sevgi besleyince de haliyle bu tarz oyunların video oyun karşılığını görmek oldukça sevindiren bir durum beni. Sıra tabanlı açık dünya RPG oyunları 2000’lerin başında oldukça popülerdi. Ancak yıllar geçtikçe gelişen teknolojiler sayesinde oyuncular daha hızlı ve daha az ayrıntılı oyunları tercih etmeye başladı. Haliyle de gözle görülür bir düşüş yaşandı bu türe ait oyunların sayısında. Hatta son 10 yıldır bu tarzda oyun da oldukça az sayıda çıktı ve çıkanlar da o kadar ses getiremedi. Son dönemde en fazla ses getiren oyun elbette Larian Studios’un geliştirdiği Divinity Original Sin serisi oldu. Kickstarter kampanyası sayesinde hayat bulan serinin ilk oyunu, oldukça başarılı bir oyun olmuştu. Sonrasında ise yine stüdyo bir kickstarter kampanyası başlattı ve yine oldukça fazla bir miktar bağış dönüşü aldılar. Bu sayede de serinin ikinci oyunu çıktı. İkinci oyun ile birlikte stüdyo tamamen oyuncuların güvenini kazandı. Açıkçası ben de bu seriye toplamda 200 saatten fazla harcadığımı söylemeliyim. Divinitiy’nin ikinci oyunundan sonra da Larian gözünü başka bir seriye çevirdi.
Bu türün video oyunlar kısmındaki ilklerine ve en önemlilerine baktığımızda, özellik geçmişte birçok isim sayabiliriz. Ancak dediğim gibi günümüzde bu örnekler oldukça az. Geçmişteki örneklere baktığımızda ise kesinlikle isminin en başta söylenmesi gereken oyunlardan biri de Baldur’s Gate serisi. Belki de bu türü video oyunlarının içerisine bir kültür olarak sunan, FRP’lerin video oyunların ile birleşmesinde son derece başarılı olabileceğini gösteren ilk oyun diyebiliriz, Baldur’s Gate için. Geliştiriciliğini BioWare’in yaptığı Baldur’s Gate’in ilk oyunu 1998 yılında yayınlandı. Dungeons and Dragons’ta Forgotten Realms’ın Faerûn kıtasında geçen oyun, çıkışı ile birlikte birçok oyuncuyu sevindirmişti. Sonrasında çıkan eklenti paketleri ve ikinci oyun ile de sektörün o dönemki vazgeçilmezlerinden biri oldu. Ancak dediğim gibi sektör değişti ve seriden vazgeçildi. Yıllar sonra da belki de bu seriye en iyi devam oyunu yapabilecek bir şirket, serinin haklarını satın aldı. Evet, sizin de tahmin ettiğiniz gibi o şirket Divinity’nin geliştiricisi olan Larian. Baldur’s Gate’in yayın haklarını alan Larian Sudios, ilk iş olarak elbette Baldur’s Gate 3’ü duyurdu. Oyun da geçtiğimiz hafta erken erişim halinde yayınlandı.
Oyunun detaylı incelemesine geçmeden önce bu erken erişim sürecinden biraz bahsedeyim. Larian Studios daha önce Divinity Original Sin 2’yi de başta erken erişim olarak yayınlanmıştı ve bir süre sonra oyunu tam sürüme yükseltmişti. Oyunun erken erişim sürecine bakıldığında birçok kişi oyunu övmüş olmasına rağmen, tam sürümü çıktığında oyun yine oyuncuları şaşırtıp muazzam bir iş çıkartmıştı. Kısaca erken erişim sürecinde de oyun iyiydi, tam sürümünde de. Baldur’s Gate III de aynı Divinity gibi erken erişim ile hayatına başladı. Yaklaşık olarak 1 yıl erken erişimde kalması bekleniyor. Oyunun şu anda sadece 25 saatlik bölümü mevcut, daha doğrusu sadece ilk haritası. Bu 25 saati oynama şeklinizle 35 saatlere kadar çıkartabiliyorsunuz, belki daha da fazla. Oyunda şu an için eksik olan şeyler de elbette mevcut. En önemli eksiklerden biri de bazı karakterler. Şu an için oyunda 8 ırk ve 6 sınıf bulunuyor. Ancak ilerleyen süreçte oyuna daha fazla ırk ve sınıf eklenecek. Özellikle oyunda şu an kendine ait özel hikayesi ve görevleri bulunan ana karakterler bulunmuyor. En azından oynanabilir olarak bulunmuyor. Sadece ekibinize katabiliyorsunuz. Şimdi de oyunun detaylıca incelemesine geçelim. Şunu şimdiden belirteyim, bir Divinity Original Sin 2 sevdalısı olarak, o oyun ile birçok kez kıyaslamaya gireceğim.
Baldur’s Gate III, 2014 yılında kullanıma sunulan Dungeons and Dragons 5 tabanlı geliştirilen bir oyun. Özellikle dördüncü sürüm ile oldukça tepki çektikten sonra önemli değişiklikler yapılmıştı ve beşinci sürüm 2014 yılında yayınlanmıştı. Eğer DnD sevdalısıysanız zaten DnD 5’in farklarını ve değişikliklerini az çok biliyorsunuzdur ki bu farklar da Baldur’s Gate III’ün genel oynanışını anlamanıza yeteri kadar yardım ediyor. Eğer DnD dünyasına uzaksanız, sizin kafanızı daha fazla karıştırmayayım ve sıfırdan anlatayım oyunu. Her şeyden önce karakter yaratma ekranı ile başlayalım. Oyun, erken erişimde olmasına rağmen oldukça özgür olduğunuz ve çeşitli bir karakter yaratma ekranına sahip. Seçtiğiniz ırka ve sınıfa göre size sunulan fiziksel özellikler de değişiyor. Örneğin, seçtiğiniz ırka ve sınıfa göre makyaj seçenekleri, saç şekilleri ve sakal şekilleri gibi detaylar değişiyor. Ayrıca artık yarattığınız her karakterin ten rengini dilediğiniz gibi değiştirebiliyorsunuz. Daha çok mor veya kırmızı renkleri ile tanınan Tiefling sınıfının rengini dilerseniz beyaz bile yapabiliyorsunuz. Karakterinizin ırkını seçtikten sonra önce sınıfını sonra ise alt sınıfını seçiyorsunuz. Yine bu kısımda da seçtiğiniz her ırka göre alt sınıflar açılıyor ve seçtiğiniz alt sınıfa göre de neredeyse tüm özellikleriniz değişebiliyor. Tüm seçimlerinize göre “proficiency” yani ustalık yetenekleriniz de değişiyor. Tüm bu seçimleriniz sonunda da klasik karakter puanlarınızı veriyorsunuz. Oyun size başlangıçta zaten seçimleriniz sonucunda en iyi puan dağıtımını yapıyor. Bu yüzden o kısımda ekstra uğraşmıyorsunuz ama yine de yarattığınız karakter ile ilgi başka enteresan bir planınız varsa da oyun size bunun imkanını tanıyor. Puanlarınızı seçtiğiniz sınıf içerisindeki durumuna göre değiştirebiliyorsunuz. Karakter yaratma ekranını daha fazla anlatmaya gerçekten sayfalar yetmez. Çünkü sadece denemek için 4 farklı karakter yarattım ve aslında farklı olmasına uğraşmadım. Ancak yine de birbirinden oldukça farklı karakterler ortaya çıktı. Karakter yaratma bölümünün de daha oldukça gelişeceğini ve oyunun erken erişimde olduğunu tekrar hatırlatayım. Eğer uğraşmak isterseniz ki uğraşmanız daha keyifli bir oyun deneyimi sunar, rahat 1,5 saatini harcarsınız. Daha uğraşılmamış bir karakter yaratayım derseniz de oyun yine size oldukça yardım ediyor. Ancak uğraşılmayan bir karakter ile oynamak istiyorsanız, neden Bladur’s Gate III’ü tercih ettiğiniz bilmiyorum. Ayrıca son olarak bu yarattığınız karakteri de yine oyun içerisinde fikir değiştirip daha farklı bir şekilde geliştirebiliyorsunuz. Kendi karakterinizi yarattıktan sonra oyun size bu sefer farklı olarak bir de kimlerden hoşlandığınızı soruyor. Yine kendi karakterinizi yarattığınız gibi bir de hoşlandığınız kişiyi yaratıyorsunuz. Elbette bu sefer yetenek puanları dağıtmıyorsunuz. Sadece ırk, sınıf ve dış görünüş.
Karakterinizi yarattıktan sonra muazzam görsellikte bir ara sahne ile oyuna başlıyorsunuz. Ara sahneler, hikâye anlatımı, hikâye, grafikler ve sesler gibi detaylara daha sonra geleceğim. Ancak önce oyunun değişen oynanışına gelelim. Oyundaki en büyük değişim artık zar atıyor oluşunuz. Bildiğiniz gibi bu tarz oyunların en önemli kısmı diyaloglardır. Genelde bu tarz oyunları doğru şekilde oynayarak hiç savaşa girmeden sadece konuşarak bile bitirebilirsiniz, oyunun sizi soktuğu zorunlu savaşlar hariç elbette. Karakter ekranındaki seçimlerinizin sonucunda oluşan proficiency, yani ustalık özelliklerinize göre zarınıza ekstra bir artınız veya eksiniz oluyor. Bu artıyı ve eksiyi de diyalog sırasında seçerken görebiliyorsunuz. Yani örneğin, diyalog esnasında seçim yapacağınız seçeneklerden biri sizi ustalığınız veya eksik kaldığınız noktalardan biri. Önceden böyle bir durumda zar atmazdınız ve puanlarınıza ve karşındaki karakterin özelliklerine göre şansın bulunmadığı bir durum oluşurdu. Ancak DnD’de işler böyle değil. Her zaman bir şans unsuru olur, gerçek hayatta da olduğu gibi. Baldur’s Gate de sizlere artılarınızı eksilerinizi vererek aynı DnD’de olduğu gibi 20’lik bir zar attırıyor. Bu da her zaman riskli bir durum yaratıyor. Bu durum diyaloglara muazzam bir derinlik katmış. Derinlik katmasının yanı sıra diyalog sisteminin kalitesini de bir hayli arttırmış. Divinity’den örnek vermek gerekirse, oyunu bir süre oynadığınızda artık diyalogların nasıl sonuçlanacağını biliyordunuz ve bir yerden sonra size yeteri kadar seçenek sunmuyordu oyun. Ancak bu sefer seçenekler oldukça çeşitli ve her düşünce yapısına uygun bir şeyler seçebiliyorsunuz. Ayrıca zar sistemi ile de diyalogların gerçeklik düzeyi bir hayli arttırılmış. Kısaca diyalog anlamında sın dönemlerin en iyi oyunlarından biri duruyor karşımızda.
Oyun genel olarak bu arada Divinity Original Sin 2 ile bir hayli benzer. Eğer daha önce o oyunu oynadıysanız, oyuna girdiğinizde çok da yabancılık çekmiyorsunuz, ancak yine de bir alışma süreci gerekiyor. Özellikle oyunun savaş dinamiklerinde önemli değişiklikler var. Her şeyden önce bu savaş kısmında silahlar ile başlayalım. Seçtiğiniz sınıfa göre silahlar taşırsınız bildiğiniz gibi. Elbette farklı silahlar da taşıyabilirsiniz, ancak o konuda bir ustalığınız olmadığı için farklı silah taşımanın pek bir anlamı olmaz. Ancak şu tarz durumlar olabilir. Okçusunuzdur, fakat bir düşman anlık olarak yakınınıza geldiğinde ok atmak mantıksız olabilir. Bu yüzden mutlaka yanınızda taşıdığınız kılıcınızla bir darbe vurabilirsiniz. Önceden savaş sırasında silah değiştirmek aksiyon puanı yerdi, ancak bu sefer hem kılıcınızı hem de okunuzu direkt sırtınızda taşıyabiliyorsunuz. Yani savaş sırasında dilediğinizde kılıçla da vurabiliyorsunuz, ekstra bir aksiyon puanı harcamadan. Elbette ikinci silahı yine her karakter taşıyamıyor, sadece ustalık puanı olanlar taşıyabiliyor. Taşımaktan ziyade, özel güçlerini kullanamıyor diyeyim. Oldukça başarılı bir hamle olmuş oyuna bu tarz bir yenilik getirmek. Silahlardan bahsetmişken hemen oyunun farklı bir özelliğine geçelim. Bu tarz oyunlarda genel olarak silahınızın hasarı yazar. Örneğin, 20- 25 yazar ve siz duruma göre 20 ve 25 arasında bir hasar vereceğinizi bilirsiniz. Fakat bu durum da yine DnD’ye benzetilerek değiştirilmiş. Artık silahlarınızın direkt olarak bir hasarı yok. Artık silahlarınız için attığınız zarın türü ve sayısı yazıyor. DnD oynayanlar bilecektir, bilmeyenler için şöyle özetleyeyim. DnD’de birden çok zar çeşidi vardır. Dörtlük, altılık, onluk, yirmilik ve bunun gibi birkaç zar daha. Birine hasar vermek istediğiniz zaman, silahınızın özelliğine göre bir veya birden fazla zar atarsınız. Örneğin 2d6, yani iki tane altılık zar atmak anlamına geliyor. Attığınız zarların sonucu toplanır ve o kadar hasar verirsiniz. Bu oyunda da aynı bu şekilde silahlar. Hasarı yerine zarın sayısı ve türü yazıyor. Yani yine hasarı yazıyor ama farklı olarak. Kendinize yeni silahlar bulduğunuzda, bu duruma göre değerlendirip seçeceksiniz kısaca. Bu tarz bir değişiklik DnD oyuncuları için sevindirici olabilir, ancak bu değişiklik DnD oynamayanlar için zorlu olabilir. Bu yüzden değiştirmeye gerek var mıydı, bilmiyorum.
Dediğim gibi oyunun aksiyon kısımları sıra tabanlı. Yani açık dünyada dilediğiniz gibi geziyorsunuz, fakat savaşa girdiğinizde oyun sıra tabanlı oluyor. Bu ne demek? Her oyuncunun belirli bir aksiyon puanı bulunuyor ve aynı şekilde yapacağınız her hareketin de bir aksiyon puanı bulunuyor. Her turda size verilen aksiyon puanınız kadar hareket yapabiliyorsunuz. Divinity Original Sin 2’de hareketiniz için, düz vuruşlarınız için ve büyüleriniz için ayrı ayrı puanlar yoktu. 4 aksiyonu puanı ile başlıyordunuz ve tüm hareketlerinizi ona göre yapıyordunuz. Bu sefer oyunda birkaç farklı aksiyon puanı türü var. Düz vuruşunuz ve kullandığınız silahın özelliği için yeşil bir aksiyon puanınız var. Zıplama, düşmanı itme, saklanma, yürüme, ekip arkadaşınıza yardım etme gibi aksiyonlar için ayrıca bir turuncu aksiyon puanınız bulunuyor. Son olarak da büyüleriniz için mavi aksiyon puanınız bulunuyor. Oyunun başında sadece tek aksiyon puanınız var hepsinden, ancak siz seviye atladıkça bu puanlarınız da gelişiyor ve daha fazla aksiyon alabiliyorsunuz. Eğer Divinity’den sonra bu oyunu oynadıysanız biraz karmaşık gelebilir ya da yeni başladıysanız da biraz karmaşık gelebilir. Ancak bu karmaşıklık, keyifli bir karmaşıklık. Yani oyunu çözmek istiyorsunuz ve çözdüğünüzde çok daha keyifli bir hale geliyor oyun, çünkü bu kadar detaylı olması oyunu yine oldukça derinleştirmiş. Bu aksiyon puanları gibi aynı şekilde büyüler de biraz karışık olmuş açıkçası. Seçtiğiniz karaktere göre birçok büyü kullanabiliyorsunuz ve her büyünün farklı bir aksiyon puanı isteği var. Dediğim gibi aynı şekilde karışık olmuş, ancak çözmek istediğiniz bir karışıklık bu. Savaş öncesinde, savaş içerisinde kesinlikle taktik geliştirmeniz gerekiyor. Farklı düşmanlara karşı farklı taktikler geliştirmeniz gerekiyor. Oyun daha elbette bu tarafta da değişime uğrayacaktır ve geliştirilecektir, ancak bu hali bile oldukça derin bir oynanışa sahip.
Oynanış anlamında ayrıca bahsetmek istediğim bir detay daha var o da “rest”, yani dinlenme özelliği. DnD’lerde short rest ve long rest olarak iki rest türü bulunur. Yani kısa süreli dinlenme ve uzun dinlenme. Kısa süreli dinlenmeler sağlınızın belirli bir miktarını yeniler, bazı büyülerinizi yeteneklerinizi tekrar kullanabilmenizi sağlar. Uzun dinlenme ise sıfırlar. Yani sağlığınız, aksiyon puanlarınız, büyüleriniz kısaca her şeyiniz kullanıma açılır. Divinity 2’de büyülerinizin de sıra tabanlı bir cooldawn’ı vardı. Yani savaş sırasında birkaç sıra bekliyordunuz ve büyünüz tekrar kullanıma açılıyordu. Ya da bir dinlenme türü bulunmuyordu oyunda. İstediğiniz zaman kısa dinlenme yani short rest alabiliyor ve kendinizi sıfırlıyordunuz. Bu sefer DnD mantığına çok daha yakın bir şey yapmışlar. Oyunda uzun dinlenme dediğiniz zaman karakterler kendiliğinden kamp alanına gidiyor ve uyuyor veya meditasyon yapıyor. Long rest’ini aldıktan sonra karakterler sizin bıraktığınız yerde oyuna sıfırlanmış bir şekilde yeniden başlıyor. Kısaca long rest ile günü sonlandırıyorsunuz ve uyumaya gidiyorsunuz. Bir de short rest var ve bu da önemli bir savaştan çıkıp kısa süre sonra tekrar savaşa gireceğiniz zamanlarda kullanılabilir bir şey. Short rest aldığınızda çoğu yeteneğiniz sıfırlanıyor ve anlık olarak hemen kaldığınız yerden devam ediyorsunuz. Ancak şöyle bir sıkıntı var, artık bu short resti sınırsız olarak kullanamıyorsunuz. Sadece bir kez short rest alma hakkınız var. Tekrardan short rest alabilmek için önce long rest alıp günü sonlandırmanız gerekiyor. Biraz zor duruma düşüren bir yenilik olmuş, ancak oyunun özüne uygun bir özellik olduğu için yine son derece derinlik katan bir özellik olmuş. Ayrıca long rest alıp kamp alanına gittiğinizde, dilerseniz ekip arkadaşlarınızı değiştirebilir ve onlarla sohbet edebilirsiniz. Oyunda artık 3’ten fazla kişiyi takımınıza alabiliyorsunuz, ancak 3’ten sonrakiler sizi kamp alanında bekliyor ve oraya gittiğinizde dediğim gibi oyuncu karakter değişimi yapabiliyorsunuz. Her karakter için ayrıca bir seviye atlama seçeneği yok, siz atlayınca onlar da atlıyor. Bu yüzden dilediğiniz zaman karakter değişimi yapabiliyorsunuz. Ayrıca kamp alanlarında ekip arkadaşlarınızlar konuşmanızı tavsiye ederim, çünkü oyunda artık karakterler sizin yaptığınız hareketlere bir tepki veriyor. Eğer çok fazla onaylanmayan kararlar alırsanız sizden nefret etmeye başlıyor. Bu yüzden siz çeşitli kararlar aldıkça arkadaşlarınızın kişilik özelliklerini de öğrenmeye başlıyorsunuz.
Oynanış anlamında genel olarak konuşmam gerekirse oldukça önemli yenilikler olmuş ve kesinlikle çok daha keyifli hale gelmiş. Video oyun olmaktan biraz uzaklaşıp masa üstü RPG oyunu olmuş daha çok. Bu benim gibi oyuncuların hoşuna gider elbette, ancak DnD oynamayan oyuncular nasıl bir yaklaşım sergiler bilmiyorum.
Oyunun diyaloglarının yeniliğinden ve derinliğinden bahsetmiştim. Aslında sadece diyalogların derinliği bile oyunun hikâye anlamında kendine ne kadar güvendiğini gösteriyor. Ancak burada bahsedilmesi gereken ekstra yeni bir özellik var. Artık diyaloglarda veya bölüm geçişlerinde ara sahne giriyor. Önceden de ara sahne vardı, ancak bir anlatıcı resimler eşliğinde konuşurdu. Bu kez animasyon sahneleri giriyor. Oyunun baş kısmında sinematik olarak gösterilen ara sahneler muazzam. O kalitede bir animasyon izlemeyi açıkçası çok isterdim. Diyalog esnasında ara sahneler ise oyun içi görüntülerden oluşuyor. Oyun erken erişim sürecinde olduğu için ara sıra hatalar olabiliyor ancak genel anlamda kesinlikle güzel yapılmış. Bu ara sahneler, diyaloglar ve sinematikler de elbette oyunun hikâye sunumunu bir hayli arttırıyor. Sunuma bu kadar değer verilmesinden anlayabileceğiniz gibi başlangıç için gayet güzel de bir hikâyeye sahip. DnD hikayeleri genelde o kadar da kaliteli olmaz, çünkü asıl amaç oyuncunun eğlenmesi, keşfetmesidir. Olaylar daha normal olaylar olur. Bu oyunda bu kadar değil, çok daha fazlası var. Ancak tüm hikâye için konuşmak yanlış olur, çünkü sadece ilk bölümü oynayabiliyoruz. Ama kötü olacağını pek sanmıyorum. Oyunun başlangıç kısmında bizi kaçıran mind flayerlar’ın elinden kurtuluyoruz, ancak öğreniyoruz ki beynimize bizi mutasyona uğratacak bir şey yerleştirmişler. Bu mutasyon sonucunda da mind flayer oluyoruz. Dönüşüm geçirmeden önce bizi iyileştirebilecek bir doktor arıyoruz. Elbette ana hikâye dışında birçok yan hikâye var ve yan görevler arasında da özellikle bayıldığım hikayeler var. Bu yüzden oyun her şekilde hikâye anlamında tatmin edecektir. Ayrıca şunu belirtmek isterim ki oyunun ilk 25 saatlik versiyonun açık olmasına rağmen hikâye çok fazla değişebiliyor. Yani 10 – 15 saat oynayan başka biri ile konuştuğumda başımıza çok farklı şeylerin geldiğini fark ettim. Bu da tekrar oynanabilirliği elbette oldukça arttırıyor.
Hikayedeki ara sahnelerden bahsetmişken hemen grafik kalitesinden de bahsedelim. Kaliteden ziyade aslında özellikle övmek istediğim bir bölüm var o da tasarımlar. Oyunun sanatsal çalışmaları muazzam derecede iyi. Her ayrıntısına kadar oyun tasarlanmış ve kesinlikle ayrıntılara kadar yakınlaştırıp incelemek istiyorsunuz. DnD’de olduğunuzu size sonuna kadar hissettirebiliyor oyun. Özellikle oyunun giriş kısmındaki bölümde her yeri ayrıntısına kadar inceleyin, muazzam tasarımlar var. Tasarımların bu kadar iyi olmasını da elbette grafiklerin güzelliği bir hayli destekliyor. Son dönemde gördüğüm en iyi grafiklerden birine sahip oyun. Kaplamalar, tasarımlar, uzak mesafe çizimleri, gölgeler kısaca her şey çok üst düzey ve bu oyunun hala bitmemiş olduğuna inanmak güç oluyor. Ancak ne yazık ki siz oyunun daha bitmediğine inanamadığınız durumlarda oyun hemen sizi inandırıyor. Çünkü oyunda görsel anlamda birçok hata var. Elbette bu konuda bir eleştiride bulunmak acımasızlık olur. Oyun henüz tam sürümde değil ki zaten bu dediğim hatalar o kadar rahatsız etmiyor. Yer yer kamera farklı bir yerde duruyor ama hemen kendini düzeltiyor ya da bazen oyun anlık olarak donuyor, ama o zamanda 2 saniye içerisinde geri toparlıyor kendini. Bu kadar büyük bir oyunun bekleme süresi olmaması da gayet güzel. Oyunu ilk açtığınızda yaklaşık olarak 30 saniye bekliyorsunuz ve sonrasında bir daha yükleme ekranı görmüyorsunuz. Optimizasyon konusunda da oldukça başarılı bir iş çıkartılmış ki oyunun tam sürümüne doğru gidildikçe önerilen sistem gereksinimlerinin düşebileceği söylenmişti. RTX 2060 ekran kartıyla, tüm ayarlar sondayken 110 FPS civarında dolaştı oyun.
Son birkaç detaydan daha bahsedeyim ve incelememizin sonuna gelelim. Bu tarz oyunlarda bildiğiniz gibi müzikler de oldukça etkilidir. Oyunun menü müziği, Divinity Original Sin 2’nin farklı çalgılarla farklı bir tempoda çalınmış hali. Ama yeni gibi hissettiriyor. Bunun dışında oyunda o kadar da fazla müzik yok ama umarım tam sürümde eklenir. Şu an için olan şarkılar gayet güzel. Ama sayı bakımından yetersiz. Oyun sesleri de son derece başarılı. Bu sefer karakter seslendirmeleri ile de bir hayli uğraşılmış. Sesler karakterler kesinlikle çok iyi uyuyor ve uğraşıldığını hissettiriyor oyun. Tek sıkıntı oyunculuklarda. Oyunculuktan kastım, mimikler. Diyaloğa girildiğinde karakterler daha yakından bakma şansımız olduğu için çok göze çarpıyor. Karakterler konuşurken anlamsız mimikler yapabiliyor. Bu durum bu arada sadece bizim kontrol ettiğimiz karakter için böyle. Ya da karşıdakini dinlerken ne yapacağını bilemeyip bomboş sallanıyor karakter. En can sıkıcı nokta ise bir karaktere cevap vereceğiniz zaman, karşıdakinin cümlesine göre sizin karakteriniz bedensel bir cevap veriyor. Sinirleniyor, keyifleniyor veya trip atıyor, sonrasında diyalog seçenekleri çıkıyor. Bu bedensel cevabı verirken de açıkçası kötü bir oyunculuk sergiliyor. Umuyorum bu sıkıntılar sadece erken erişim içindir.
Oyun evet, teknik anlamda oldukça başarılı bir oyun ama dediğim gibi birçok hata var oyunda şu an için. Keyfinizi o kadar baltalamıyor elbette ama insanın yine de hata görünce siniri bozuluyor. Yine de bu hataları oyunun erken erişimde olmasına veriyorum ve ağır bir eleştiri yapmıyorum. Dediğim gibi Divinity Original Sin 2’nin erken erişimi de oldukça başarılıydı ama oyunun tam sürüm kalitesinin yakınına bile yaklaşamaz.
Sonuç:
Toparlayacak olursak gerçekten bu erken erişim hali ile bile yılın en iyi oyunlarından birine aday olmasına yetiyor. Değiştirilen şeylerin oyuna derinlik katmak için, basitliği gidermek için yapıldığı çok belli. Oyunun sunduğu özgürlüğün sınırlarının neredeyse olmadığı da çok belli. Yaptığınız her hareketinizde o özgürlüğü hissedebiliyorsunuz ve dediğim gibi oyun daha sadece erken erişimde. Bu türün meraklılarının kesinlikle kaçırmaması gerektiğini, oyun oynamayı sevenlerin mutlaka deneyimlemesi gerektiğini ve bu türe uzak olanların da bu oyun ile giriş yapması gerektiğini düşünüyorum.
Oyun şu anda Steam’de 249,00 TL’ye satılıyor. Konsollar için şu anda bir duyuru yok, ancak mevcut nesil konsollarının çalıştıramayacağını açıklamıştı Larian Studios. Belki tam sürüm ile birlikte yeni nesil konsollara da gelebilir oyun. Ancak bu oyunu PC’de oynamak açıkçası daha rahat. Ayrıca ülkemizde her geçen gün oyun fiyatları artıyor ve bu oyun normalde 60 dolara satılıyor. Yani bölgesel bir fiyatlandırma mevcut. Bu yüzden fiyat yükselmeden oyunu mutlaka alın. Şu anki ücreti gerçekten oldukça uygun.