Haftalık Dizi ve Film Önerisi 19: The IT Crowd - Swiss Army Man

Özgür Eroğlu

Haftalık dizi ve film önerilerinin on dokuzuncusundayız. Bu hafta komedi türünde iki farklı yapım önereceğim. Diğer öneri yazılarımıza da buradan ulaşabilirsiniz.

Bu tavsiye yazılarında az bilinen yapımları önerme veya belli bir konsept yoktur. Örneğin Cyberpunk 2077 öncesi herkesin bildiği Blade Runner filmini de Cyberpunk 2077’ye hazırlık amacıyla önerebiliriz. Az bilinen yapımlar ve kaliteli yapımlar dışında, o hafta izlemenizin daha iyi olacağını düşündüğümüz yapımlar da önereceğiz. Şimdi önerilerimize geçelim.

The IT Crowd


2006 yılında başlayıp 2013 yılında sonlanan The IT Crowd dizisinin yaratıcılığını Graham Linehan üstleniyor. Tam bir İngiliz komedisi tadında olan dizinin oyuncu kadrosunda Chris O'Dowd, Richard Ayoade, Katherine Parkinson, Matt Berry, Christopher Morris ve Noel Fielding bulunuyor. Dizi toplamda 25 bölümden oluşuyor ve her bölümü yaklaşık 24 dakika.

The IT Crowd, Roy ve Moss isimli iki IT çalışanının, yani bilgi işlem çalışanını ve onların başına yönetici olarak yeni atanan Jen karakterine odaklanan bir dizi. Genel olarak karakterlerin şirketteki hayatları anlatılsa da arada sırada özel hayatları da diziye konu olabiliyor.


The IT Crowd’a başladığınızda daha ilk bölümden bırakma ihtimaliniz oldukça yüksek. Ancak sadece bir bölüm daha dayanmanız gerekiyor. Dizi tam bir İngiliz komedisi ve özellikle bizim komedi anlayışımıza çok ters bir yerde. Bu yüzden tüm absürtlüğü, farklı tarzını, yani kısaca içerdiği tüm komediyi abartılı bir şekilde ilk iki bölümde göstermiş. Sanki dizinin seviyesini gösterip “Bu iki bölümü izleyebilenler diziyi rahatça izleyip sever.” gibi bir mantık düşünülmüş gibi. Dizinin ilk iki bölümünde karakterler gerçekten çok absürt ve rahatsız ediyor. Başta dizinin tarzı bu deyip devam ettim, ancak sonrasında fark ettim ki üçüncü bölümde karakterlerin abartı durumu azalıyor ve çok daha güzel bir hale geliyor dizi. Bu yüzden en azından ilk iki bölümü rahatça atlatırsanız, üçüncü bölümden sonra belki de favori komedi dizinizi izlemeye başlayacak olabilirsiniz. Ayrıca dizinin biraz eski olması ve daha dönemsel ve yerel şakalar yapılması da bazı şakaları anlamanızı engelliyor. Ancak buna rağmen dizi gerçekten oldukça keyifli. İngiliz komedisinin en güzel örneği diyebilirim. Dizinin bana göre bu kadar başarılı olmasının prodüksiyon olarak sebebi ise kısa olması. Dizi beş sezon aslında evet ama beşinci sezon hariç her sezon 6 bölüm. Son sezon ise 50 dakikalık tek bir bölümden oluşuyor. Dizinin saflığı ve sadeliği sezon sayısında ve bölüm sayısında da kendini gösterdiği için çok tadında bir dizi. Herhangi bir şekilde dizi sizi sıkmıyor.

Dizinin başından sonuna kadar aslında birbirinden farklı birkaç karakterin üzerine yıkılan bir komedi izliyorsunuz, ancak bu demek değil ki karakter komedisi izliyorsunuz. Özellikle başlarda oldukça absürt bir karakteri olan Moss, birkaç bölüm sonra çok güzel bir karaktere dönüşüyor. Güzelden kastım, daha tutarlı bir karakter olması. Ancak özellikle iki karakter var ki ekrana çıktıkları her seferinde kahkaha atacağınızı biliyorsunuz. Libidosuna ve sorumsuzluğuna yenik düşen şirketin patronu Douglas Reynholm ve işinin ne olduğu bilinmeyen gotik karakter Richmond. Bu kısımda biraz da oyunculuklardan bahsedeyim. Roy ve Jen karakterinin oyunculuk anlamında üzerinde pek fazla yük yok; ancak Moss, Douglas ve Richmond’ın üzerinde gerçekten inanılmaz bir yük var ve hepsi muazzam iş çıkartmış. Özellikle Douglas’ı canlandıran Matt Merry ve Richmond’ı canlandıran Noel Fielding muazzam bir iş çıkartmış.

Dizinin en güzel yönlerinden biri de dizide yaşanan olayların kesinlikle unutulmaması. Bunu en az spoiler ile şu şekilde anlatabilirim. Dizi anlattığım gibi absürt bir komediye sahip. Daha ikinci bölümde İngiltere’nin acil servis numarası değişiyor ve oldukça uzun bir numara oluyor. Bu bölümden sonra diğer çoğu dizide olduğu gibi bu bölümün unutulmasını ve numaranın normalleşmesini beklemiştim. Ancak birkaç sezon sonra acil servislik bir olay oluyor ve o uzun numarayı arıyorlar. Bu durum elbette tek bir kez olan bir şey değil, sürekli başınıza gelen bir şey ve kesinlikle hiçbir bölüm unutulmuyor.


Toparlamak gerekirse dediğim gibi ilk iki bölüme dayanmanız ve dizinin nasıl bir şey olduğunu anlamanız gerekiyor. Üçüncü bölüm ile birlikte dizi çok kaliteli bir diziye dönüşüyor. Şu anda tüm bölümleri Netflix üzerinde bulabilirsiniz.

Swiss Army Man


Yönetmenliğini ve senaristliğini Dan Kwan ve Daniel Scheinert’ın yaptığı dram, komedi ve fantezi türündeki Swiss Army Man’in oyuncu kadrosunda Paul Dano, Daniel Radcliffe, Mary Elizabeth Winstead, Richard Gross ve Antonia Ribero bulunuyor. Film 2016 yılında yayınlandı ve 1 saat 37 dakika uzunluğunda.
Paul Dano’nun karakteri Hank, mahsur kaldığı adadan yalnızlıktan sıkılır ve kendini asmaya karar verir. Daha fazla dayanamadığı hayatını sonlandırmak üzereyken kıyıda yatan birini görür ve yanına koşar. Yanına gittiğinde yerde yatan adamın ölmüş olduğunu fark eder. Ölü adam ile birlikte yani Many ile birlikte sevdiklerini bulmaya çalışırlar.


Fark ettiğiniz gibi filmin konusunda bir absürtlük var. Çünkü Hank, sevdiklerini ölü olan Many ile birlikte arıyor. Filmin absürtlüğü bununla sınırlı değil. Herhangi bir spoiler vermeyeyim ben ve kendiniz izleyin bu absürtlüğü. Ancak şunu net olarak söyleyeyim hayatınızda izlediğiniz en absürt şey olabilir. Filmi izlerken yapmanız gereken de bu absürtlüğü kabullenmek. Ana karakter Hank gibi siz de her şeyi kabullenin, olaylara ve anlatılmak istenilen şeylere odaklanın. Filmi ilk izlediğinizde mutlaka kafanızda bazı şeyler canlanacak ve bazı anlamlar çıkaracaksınız. Ancak üstüne düşündükçe çok daha derin şeyler keşfedeceksiniz. Filme zaten absürt komedi demek çok yanlış olur ve filmi çok fazla kısıtlar. Spoiler vermeden ne yazık ki filme dair daha fazla şey anlatamıyorum, bu yüzden absürtlüğü görmezden gelip ya da bundan keyif alıp filmi izleyin.

Filmin ana karakteri Hank yani Paul Dano gerçekten olağanüstü bir oyunculuk sergilemiş. Filmin duyguyu yansıtabilmesinin en büyük sebebi Paul Dano. Ancak Daniel Radcliffe’in yaptığı oyunculuk gerçekten bir başka. Ölü bir karakteri oynuyor ve herhangi bir mimik yapamaz. Her şeyi tek bir şekilde oynamak zorunda. Bunu da muazzam yapıyor. Filmin bir sahnesinde Daniel Radcliffe’in sahilde soğuk suyun dibinde yatması gerekiyor. Yönetmenler bunun için bir manken veya kukla bulunabileceğini söylese de kendisi kabul etmeyip saatlerce o soğuk kumun üzerinde yatmış.

Filme dair bir diğer belirtmek istediğim nokta ise müzikleri. Filmin müziklerini Manchester Orchestra grubundan Andy Hull ve Robert McDowel yapıyor. Filmin müziklerinde de yine Paul Dano ve Daniel Radcliffe’in sesini bol bol duyuyorsunuz çünkü neredeyse hepsini ikisi söylüyor. Zaten müziklerin kullanımı, isimleri ve tarzları da filmi çok güzel yansıtıyor. Filmden ayrıca bile müzikleri sık sık dinlerim. Sizler de dinlemek isterseniz buraya tıklayarak tüm soundtrack’e Spotify üzerinden ulaşabilirsiniz.


Bu filmi kesinlikle herkese öneriyorum, ancak ne yazık ki herkesin sevebileceği bir yapım değil. Hatta çoğunuz filmin başında “saçmalık” deyip kapatabilirsiniz. Bu yüzden filmin altındaki anlama odaklanmaya çalışın diyorum. Her şeye rağmen bir şans verip izleyin mutlaka.