The Saboteur
Melih Koldemir

Sayfa 1

İkinci dünya savaşı ile ilgili kaç oyun yapılmıştır şimdiye kadar? 100? 500? 1.000? Belkide 10.000? (yok artık) Film dünyasını da katarsak işin içine sanırım bu sayı akıl almaz bir hale ulaşacaktır. Altın yumurtlayan tavuk misali tüm yapımcılar ellerinde bir şey kalmadığı zaman bu bitmek bilmeyen savaşa sarılırlar. Öyle ki bırakın sadece savaş anını resmeden hikayeleri, öncesi, sonrası ve ona bağlantılı olan bir çok yapım bile vardır. Sanırım 3.sü çıkana kadarda olmaya devam edecek.

Tabii bunların arasında başarılı olanları ayırmak gerek. Bir Call of Duty, Medal of Honour, Wolfeinstein gibi efsaneleri ayırmak gerek. Hatta bir çok oyuna konu olan Er Ryan’ı Kurtarmak efsanesi, izleyen herkesi sniper olmaya gazlayan Kapımdaki Düşman filmi gibi yapımlarda bunların arasında.

Evet sizinde tahmin ettiğiniz gibi yine ikinci dünya savaşına gidiyoruz. Fark ettiyseniz yukarıda saydığım başarılı oyunlar tek tip çıkan yapımlar. Genelde bu savaşı birinci göz’den izliyoruz ve kısıtlı ortamlarda bulunuyoruz. Amcak Pandemic Games bu sefer farklı bir gözle bakmak istemiş savaşa ve Electronic Arts’da olur demiş. Ünlü savaşımız bu kez karşımıza sand-box olarak çıkıyor. Biraz daha açıklayıcı olmak için bir soru soralım sizlere. Hiç 2. dünya savaşında geçen bir GTA oynamış mıydınız? İşte Saboteur bize bunu vaad ediyor. Hemde çok farklı bir tarz ve klişeden hallice bir hikaye ile. Nasıl mı? Beraber bakalım.
2. dünya savaşı Fransa’sı. Hitler’in etkisiyle şaha kalkan Almanların işgalinde bir Fransa. Başkenti Paris’de bir stripiz klübü. Barda oturan yalnız bir adam. Şapkalı, kafası önde. Belli ki bir şeyler onu yıkmış. Yanına yaklaşan bir Fransız beyefendisi. “Hadi ama Sean” diyor. “Ne kadar daha burada böylece oturacaksın?” kafasını kaldırıyor Sean. “Beni rahat bırak Will” diyor. “Yaşadıklarım yeterli” Aksanından anlıyoruz. O bir İrlandalı. Ne işi olabilir ki savaş zamanı Fransada?

Sean Devlin. Fransa’da yaşayan bir İrlandalı göçmen. Henüz savaşın Fransa’yı bulmadığı ama tehdit ettiği zamanlarda, yani normal sayılabilecek günlerde yaptığı iş ise araba tamiri ve Profosyonel araba yarışlarına katılmak. Oldukça güzel bir ortamı var. Birde güzel sevgilisi. En yakın arkadaşının kız kardeşi üstelik. Bir aile olmuşlar bile. Büyük bir yarışa katılacak ve kazanmak istiyor. Mutlu, huzurlu. Ta ki o saldırıya kadar. Hitlerin Paris topraklarını kazanmasını sağlayan saldırıda Sean çok önemli bir şeyini kaybediyor. En yakın arkadaşını ve şu ana kadar sürdürdüğü normal hayatını. Geriye tek bir şey kalıyor. İntikam…

Klişe gibi duruyor evet. Ve evet 2. dünya savaşından da sıkıldık. Ama şu ana kadar hep cephede karşılaşmıştınız bu savaşın sihri ile. Bu kez arka plana geçiyoruz. Bu kez elinde güçlü silahları olan bir asker değil, sürekli saklanmak, bel altından vurmak zorunda olan bir direnişçiyiz. Ve bu kez özgürüz. Gitmek istediğimiz yol bize kalmış. Ve bu kez atletiğiz de.
Aslında hikaye her ne kadar klişe gibi görünse de gerçekten alıntı yapılmış durumda. The Saboteur, William Glover-Williams adlı savaş kahramanının hikayesinden esinlenerek tasarlanmış durumda. Ve biraz öncede söylediğim gibi Fransa’nın en önemli şehirlerinden biri olan başkent Paris’de geçen bir oyun. Oyun tarzı tıpkı GTA gibi. Şehirde dolaşmakta ve istediğiniz görevi almakta özgürsünüz. Bunlar Fransa’nın direnişine ve intikamınızı almanıza yarayacak olan ana görevlerde olabilir, sizin tamamen para kazanmak veya iyilik için yapacağınız görevlerde. Paris içindeki bütün araçlar emrinize amade durumda. İstediğiniz aracı çalabilir, istediğiniz yere gidebilirsiniz. Evet tıpkı GTA gibi dedik. Ama bir fark var. Bu sefer kahramanımız binalara da tırmanabiliyor, ve kılık değiştirebiliyor. Evet tıpkı Assasin’s Creed’deki Altair ve Hitman’deki Ajan 47 gibi.
Sayfa 2

Çok fazla benzetme ile gidiyorum farkındayım ama oyunu en iyi anlatma şekli bu olacağını düşünüyorum. Çünkü Saboteur’da her şeyden biraz var. Bunlara yavaş yavaş değineceğiz. Önce biraz teknik yanlardan bahsedelim. Bir sand-box oyunu olduğu için Saboteur’dan çok fazla grafik kalitesi beklememek gerek diye düşünüyorum. Çünkü oyunumuzda kocaman bir şehir var ve aktif olarak yaşayan bir şehir bu. Aslında oyunda 2 bölge bulunmakta. 1940’ların Paris ve Le Havre bölgeleri birebir tasarlanmış oyunda.

Paris oyunun şehir merkezi konumunda iken Le Havre oyundaki dağ,tepe ve orman bölgelerini temsil etmekte. Müthiş ayrıntılı tasarlanmış durumda şehirler. Özellikle Le Havre bölgesinin yarattığı doğa havası ve atmosfer muhteşem. Saboteur çok renkli bir oyun. Şehir merkezinde gri ve lacivert tonlar hakimken, açıklara çıktığınızda capcanlı yeşil ve kahverengi tonlar karşımıza çıkıyor. Hatta bu renk değişimi oyunda da çok farklı bir şekilde kullanılmış. Oyunumuzda dinamik renklendirme sistemi var. Bu ne demek? Şöyle ki şehrin baskı altında olan ve Almanların hakimiyetindeki bölgeler siyah beyaz durumda, baskıdan kurtulmuş ve kısmen direniş gösteren bölgeler ise renkli. Biz aldığımız görevleri başardıkça o görevin bulunduğu bölge renkleniyor.
Dediğimiz gibi oyunun kaplamaları ve tasarımları oldukça iyi durumda. Ama aynı şeyleri modellemeler ve dinamikler için söyleyemiyorum. Oyunda ciddi rolü olan karakterlerin modellemeleri kısmen iyi tasarlanmış durumda ama geriye kalan her şeyde bir özensizlik göze çarpıyor. Dinamikleri ise 2 ayrı şekilde ele almak lazım. Oyunun genel olarak sürüş dinamikleri ve fizik motoru oldukça iyi durumda ama bir tutarsızlık söz konusu. Örneğin bir kule’yi yıktığınızda gayet mantık bir şekilde yıkılabiliyor. Ama iki dakika sonra arabanız ile bir masaya çarpıyorsunuz ve o masa yıkılmıyor takılıp kalıyorsunuz! Bunun yanında açık alanlarda ayrıntıların siz gittikten sonra sırayla yüklenmesi, (mesela bir tarlada siz ilerledikçe çiçekler ortaya çıkıyor) duvar kenarlarında sıkışıp kalma gibi durumlar çok can sıkıyor. sürüş dinamikleri fena değil. araba kullanırken sinir olmuyorsunuz en azından. Ama şu varki araçlarda hasar modellemesinin yeteri kadar olmaması tam bir facia. Böyle orijinal bir oyuna yakışmamış.

Buradan hareketle oynanabilirlikte aslında çok iyi diyebilirim. Sean’ın hemen hemen her hareketine hakim olmak mümkün. Çok kasmıyor sizi ve rahat. Tek problem çatışmalar esnasında siper almak bazen sıkıntı olabiliyor. Çünkü bazen siperi yanlış yerlere almak mümkün. Birde Sean siper almanız gereken yere hevesle tırmanmaya kalkınca olmuyor tabi. Çatışmalardaki vuruş hissi sand-box oyunlarına göre ortalama seviyede diyebiliriz.

Oyundaki ses ve müzik seçimleri ise çok başarılı.
Özellikle seslendirmeleri çok beğendim. Ortama uygun aksanlar kullanılmış ve kesinlikle çok yetenekli kişiler tarafından seslendirilmişler. Diyaloglar çok iyi kurgulanmış. Sean’ın pisikolojisine göre değişen konuşma tarzı çok iyi yansıtılmış. Müzikler de ortama uygun seçilmiş yine. 40’lı yılların jazz ve blues ağırlıklı parçaları ile çok değişik bir hava gelmiş oyuna.
Evet biraz oyundan bahsedelim. Dediğimiz gibi amacınız Fransız direnişçilerden aldığınız görevlerle hem intikamınızı almak hem de direnişçilere yardım etmek. Sean bir asker değil. silah kullanımında çok usta değil ve yeterli donanımı da yok. Haliyle karşınızdaki zamanın en üstün silahlarına sahip olan alman askerlerine bodoslama dalmak pek mantıklı olmayacaktır. Sizde en büyük avantajınızı kullanacaksınız ve sabote edeceksiniz. Tabii ki oyundaki bütün görevler sabotaj üzerine değil ama şunu aklınızdan çıkarmayın bu oyun gizlilik üzerine kurulu. Susturuculu silahınız ve zaman ayarlı dinamitleriniz en büyük dostlarınız olacak. Genelde görevler bir alman askerini gizlice indirip onun kılığı ile girilmesi imkansız yerlere girmek ve işi halledip gürültülü bir şekilde kaçmak üzerine kurulu. Tabi tüm bunların için bol bol araba ile kovalamaca, çatışma ve dövüşmede olacak. En büyük yardımcınız ise Sean’ın genç bir delikanlı iken sevdiği kızın evine gizlice girip çıkarken kazandığı tırmanma yeteneği olacak. Dolayısıyla çatılar sizin mekanınız diyebiliriz.
Sayfa 3

Oyunun dövüş sistemi GTA ile tırmanma sistemi ise Assasin’s Creed ile birebir aynı. İkiside oldukça akıcı ve yerinde işliyor. Çatışmalar ise yine GTA benzeri ama biraz daha fark var. Öncelikle taşıyabileceğiniz maksimum iki silah var. Bunun yanında el bombası ve dinamit alabiliyorsunuz yanınıza. Gördüğünüz gibi çok kısıtlı silahlarla dolaşıyorsunuz. Buda sizi görevleri gizlice halletmeye zorluyor. Gizlilik oranı ekranın sağ altında yer alan haritanın çevresini saran bir bar ve göstergeler ile size bildiriliyor. Bir alman askeri sizi gördüğünde bu göstergenin sağ alt köşesinde ünlem işareti çıkıyor. Ayrıca burada o sırada Sean’ın hangi haraketi yaptığı yazı ile bildiriliyor (gizlice ilerliyor ise “sneaking”, tırmanma halinde ise “climbing”, koşuyor ise “runing”, bulunmaması gereken bir yerde ise “trespasing”, bir askerin kılığına girmiş ise “disgasgue” vs. vs.) eğer sizi gören bu asker şüphelenmeye başlar ise bar sarı renk ile dolmaya başlıyor.
Full olarak dolduğunda kırmızıya dönüyor ve alarma veriliyor. Eğer kılık değiştirmiş durumda iseniz haritada etrafınızda bir çember beliriyor. Ne kadar hızlı hareket ederseniz bu çember o kadar genişliyor. Ve eğer bu çemberin içine bir asker girerse şüphe barınız hızla artmaya başlıyor. Çember dışına çıkınca azalıyor (haliyle) Buradan da anladığınız üzere ilk yapmanız gereken askerlerin gözünden kaçmak ve onlara fazla yaklaşmamak. Bir asker sizden şüphelendiğinde ilk yaptığı şey düdüğüne sarılmak. Eğer siz o düdüğünü çalmadan bu askeri yere indirirseniz ve etrafta kimse yoksa alarm verilmeyecektir. Alarm durumundan ise iki şekilde kurtulabiliyorsunuz. Ya çevredeki gizlenme noktalarına saklanacaksınız, yada alarm çemberinden çıkacaksınız.

Buraya kadar aslında bir sorun yok gibi. Ama tüm bu anlattıklarım yapay zeka sayesinde çok da iyi işlememekte. Örneğin bir yere gizlice giriyorsunuz olmamanız gereken bir askeri bölgedesiniz. Ve fark edildiniz. Eğer hemen gözden kaçarsanız sizi gören asker şöyle bir bulunduğunuz yere bakıyor ve dönüyor sırtını gidiyor. Sizde kaldığınız yerden devam ediyorsunuz. Çok ekstrem bir durumlar olmadıkça (bazı görevlerde siz görülünce direk alarm ötüyor) bu böyle işlemekte. Gizlilikten çıkıp çatışmaya girdiğinizde ise yapay zeka hepten saçmalamakta. Bütün alman askerlerimiz cengaverlerden oluşuyor ve hiçbiri saklanmıyor! Hatta siper aldığınız yere koşarak gelenler bile var. Araçta ise ilk ters dönüşte kaza yapanlar mı istersiniz, yoksa aniden fren yapınca ne yapacaklarını şaşıranlar mı? Kısaca yapay zeka ne yazık ki çok iç açıcı durumda değil.
Oyunda ardık bu tarz oyunlarda klasik haline gelmiş bargain sistemi bulunmakta. Yaptığınız her görevden sonra size contraband verilmekte. Contrband direnişçiler arasında para gibi geçen değerli eşyalara deniyor. (tam olarak buda değil ama neyse) Direnişçilere ait karaborsacılardan silah alabilir, veya araç kaçakçılarından araba emin edebilirsiniz. Kullandığınız arabaları direnişçilerin garajlarına getirirseniz o arabayı herhangi bir garajdan elde etme şansına sahip oluyorsunuz. Bir araca bindiğinizde o arabanın direnişçilerde olup olmadığı size collected veya not collected şeklinde bildiriliyor. Çevrede bulunan Almanlara ait askeri şeyleri yok etmeniz oyundaki en önemli yan etkilerden biri. Bir alman generalini öldürdüğünüzde, yada bir alman tankını patlattığınızda veya bir alman gözetleme kulesini yıktığınızda hem oradaki direniş gücü artıyor hemde contraband kazanıyorsunuz. Ayrıca çevredeki Almanlara ait sandıklardanda değerli eşyalar bulabilirsiniz. Silah çeşitliliği oldukça geniş tutulmuş durumda. Eski tarz silahların hemen hemen hepsi var. Bunun yanında arabalara bomba döşeyebiliyor ve onları patlatabiliyorsunuz.
Sayfa 4

Ne yazık ki Saboteur özgürlük namına çok şey vaad etmesine rağmen görev harici çok fazla şey sunmuyor. Zaten savaşan bir şehir yapısında olduğu için aldığınız yan görevler harici şehirde yapılacak çok fazla şey bulunmamakta. Bazı kuş avlama, yarışma gibi mini oyunların dışında extra bir şey bulmanız mümkün değil. yani kesinlikle bir Gta çeşitliliği beklemeyin oyundan. Yalnız şu var örneğin Almanlar tarafında sıkıştırılan bir Fransız kızını bu durumdan kurtarıp kızın gönlünü çalabilirsiniz. Veya ekmeğini kazanmaya çalışan bir yaşlı Fransız amcayı Almanların engellemelerinden kurtararak hayır dua’sı alabilirsiniz (Fransızca tabi o dua) Ayrıca oyun fazlası ile çıplaklık öğesi barındırmakta. Daha oyunun başından itibaren bu görülüyor (kahramanımız bir stripiz klübünde yaşıyor!) ve ilerleyen dönemlerde bu artıyor. Küçük çocukların bulunduğu bir odada oynamamak gerek sanki.
Genel olarak bakarsak The Saboteur, ilk başta “üff genemi 2. dünya savaşı” dediğim ama daha sonra farklılıklarını gördüğüm bir oyun. Öncelikle hikayeye farklı ve orijinal bir bakış açısı getirmiş durumda. Sürekli cephede olmak zorunda olmamak ve Paris’in iki yüzünü de görebildiğiniz bir konumda olmak çok keyifli hale getirmiş oyunu. Sunumu çok başarılı ve harika atmosferi sayesinde oynaması eğlenceli bir oyun olmuş. Birkaç oyunun başarılı özelliklerini alarak çok iyi bir karma yaratmış Pandemic Studios.

Eğer grafikler ve yapay zeka üzerinde biraz daha çalışılsaydı ve ufak tefek birkaç hata giderilseydi şu anda bir fenomen’i inceliyor olabilirdi. Ama en azından güzel bir fikri oldukça güzel değerlendirmişler ve gayet oynanabilir bir oyun çıkmış ortaya. 2009 yılının son golü diyebiliriz EA için bu oyuna ve kapatılma söylentileri doşalan Pandemic’ide kurtaran oyun olacaktır diye düşünüyorum. Eğer Gta seviyorsanız, Altair ile bir yerlere tırmanmak hoşunuza gittiyse, hitman’deki kılık değiştirip suikast yaptığınız günleri özlediyseniz The Sabetour sizin için biçilmiş kaftan.
Bu arada bir bilgi ; Almanya ve Fransa arasındaki savaş fiilen başladıktan yaklaşık 5 hafta sonra, 14 Haziran 1940′ta Nazi orduları Paris’e girdi. 4 yıllık işgal sırasında Hitler’in özel emri nedeniyle şehir bombalanmadı ve Paris’e zarar vermekten kaçınıldı. Meşhur Normandiya Çıkarmasından 2 buçuk ay sonra, Naziler Paris’ten çekildi ve şehir Ağustos 1944′te, işgalden tamamen kurtarıldı. Hitler’in zaten sırf İngiltere’yi işgal etmek amacıyla Fransa’yı işgal ettiği biliniyordu ama neden Paris’i bombalatmadığı ve Fransa’ya çok fazla zarar vermekten kaçındığı hala bir muamma.

Gerçi oyunda bizim Sean sağ olsun ondan fazla zarar veriyor şehre ama…