The Signifier - İnceleme

Özgür Eroğlu


Yürüme simülasyonu oyunlar bir noktada oyun dünyasının kabul edilen bir türü oldu. Hangi noktada oyuncular olarak bu türü kabul ettik bilmiyorum ama sanırım ben direkt olarak bu türe ait olan ilk oyunu 2014 yılında oynamıştım. O yıl oldukça olumlu yorumlar alan The Vanishing of Ethan Carter, özellikle grafikleri ile çok konuşulmuştu ve benim de dikkatimi çekmişti. Yıllarca bu türe ait birçok oyun çıktı ve grafik anlamında da aslında çoğu başarılı oldu. En büyük eksikleri genel anlamda animasyonlar oldu ama onu da bir şekilde kabul ettik. Bu türe ait en anlamsız oyunlar ise oyun olduğunu unutup sadece yürüyebildiğimiz yapımlar. Yani en azından bir diyalog seçimi, bulmaca, değişen hikâye gibi bir özellik koyulması gerekiyor ki oyun olsun. Bunlar bile olmayınca sadece “W” tuşuna bastığımız yapımlar haline geliyor. Madem oynanış eklemeyeceksiniz bari oyun yapmayın. Birinci şahıs bakış açısına sahip farklı bir animasyon yapın biz de oturup izleyelim. Bu konuda içimi döktüğüme göre bir de bu türdeki başarılı oyunlara bakalım. Yürüme simülasyonu olan diğer oyunlara baktığımızda genelde büyük bir çoğunluğun korku bulmaca türünde olduğunu görüyoruz. Elbette aralarında farklı olanlar da var, ancak çok nadir. Hatta bu türdeki oyunların hikâye olarak da kesiştiği bir kısım var. O da psikolojik bir alt metin. Yani bu türdeki neredeyse hiçbir oyunun ben sadece düz bir hikâye anlatıp geçtiğini görmedim. Neredeyse hepsi aslında bambaşka bir mesaj vermek istiyor. Şikâyetim yok tabii böyle de güzeller, ancak insan bir yerden sonra yoruluyor, alt metni takip edeyim derken.

Neyse, dediğim gibi bu tarz oyunların en büyük sıkıntısı oynanış anlamında yeterli olamaması. Bazen de hikâye konusunda yetersiz oluyorlar ama gizem unsurunu nedense çok iyi veriyorlar. Geçtiğimiz günlerde de bu türe ait yeni bir oyun daha çıktı. Oyunun videolarına ve görsellerine baktığımda da gerçekten farklı bir yapıya sahip olduğunu gördüm. Teknolojik noir havasını görsellerde bile yansıtabildiğini görünce açıkçası hemen denedim. Yayıncılığını Raw Fury’nin yaptığı, geliştiriciliğini ise Playmestudio’nun yaptığı The Signifier isimli oyundan bahsediyorum. Karanlık bir yapıya sahip olan oyun, sizleri psikolojik bir maceraya ve enteresan bir dünyaya sokuyor. Biraz daha ayrıntılı bakalım dünyasına.


Her şeyden önce hikâye ile başlamak sanırım en iyisi olacak. Oyun, polisten aldığımız bir dosya ile başlıyor. Polisin intihar dediği bir vakayı, telefonun ucundaki kişinin istemesi üzerine polislerden alıyoruz. Telefonun ucundaki kişi, vakanın bir intihar olmadığını, bir cinayet olduğunu söylüyor. Ofisimize gidip dosyaları inceledikten sonra, olay yerine gidiyoruz ve vakayı biraz daha derinlemesine inceliyoruz. Tekrar ofisimize döndüğümüzde ise oyun tamamen başlıyor. Polisten aldığımız dosyaların içerisinde, ölen kişinin anılarının olduğu bir disk bulunuyor. Yani bir anda teknolojinin günümüze göre çok daha gelişmiş olduğu bir dünyada geçtiğini anlıyoruz hikâyenin. Bu diski ofisimizdeki yapay zekaya okuttuktan sonra ölen kişinin anılarında yolculuk etmeye başlıyoruz. İlk başta, ölen kadının ölmeden önceki anılarına gidiyoruz ve oyun ne kadar garip bir havası olduğunu size burada ilk kez gösteriyor. Oyunun devamı sadece anılarda geçmiyor elbette, gerçek dünyadan da birçok yere gidiyoruz. Oyun anıda ve gerçek dünyadaki oyun zamanını iyi ayarlamış. Çünkü bu yazıdaki görsellerden de görebileceğiniz gibi anı kısımları gerçekten bir yerden sonra rahatsız ediyor. Anılar günümüz dizilerinde yapıldığı gibi gözükmüyor. Günümüzde bu tarzdaki bilim kurgu dizilerinde anıların da gerçek hayat gibi net gözüktüğünü görüyoruz. Ancak bu oyunun anı kısımları hiç de öyle değil. Hatta oldukça rahatsız edici. Kaplamalar sanki hatalıymış gibi, oyunda büyük bir hata varmış gibi. İnanılmaz soyutsal bir bakış açısı var. Özellikle anı geçişlerinde oyun inanılmaz soyut bir hal alıyor. Pink Floyd şarkısının içinde gibi hissettiriyor. Açık konuşmak gerekirse nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Bu yüzden bu yazıdaki görsellere bakmanız sizin için daha açıklayıcı olacaktır.

Oyunun bu psikolojik korku unsuru da zaten bu kısımdan geliyor. Anılara girdiğinizde bir yapay zekanın içerisinde olduğunuzu biliyorsunuz ve erişmeye çalıştığınız şey bir ölünün anıları olduğu için ister istemez hatalar olabiliyor. Ya da ölü kişinin beyninde sakladığı ve korumak istediği şeyler olabiliyor. Bu yüzden oyunda çok anlamsız görüntüler çıkıyor ve anlamsız sesler çıkıyor. Anı kısmında duyduğunuz hiçbir ses gerçek hayattaki gibi değil, onlara da soyutluk katılmış. Sanki başka bir evrenden geliyor gibi ses. Bu sesler ve görsellik de oyunun psikolojik korku unsurunu temsil ediyor. Oyunda kesinlikle karşınıza aniden bir şey çıkmıyor ve sizi kimse tehdit etmiyor. Oyunda öyle korkudan oyunu kapatma seviyesine de gelmiyorsunuz. Yine de anılarda gezerken oldukça geriliyorsunuz ki bu da bence oyunun en büyük başarılarından birisi.


Oyunun bir de normal hayatta geçen kısımları var elbette. Bu kısımlarda da yer yer gerilim oluyor ama daha çok duygu ve keşfetme ağırlıklı olduğunu söyleyebilirim. Gerçek dünyada geçen tarafın başarılı yanı da grafikleri. Oyun gerçekten grafik anlamında güzel bir iş çıkartmış. İnsanı şoke eden veya “bu kısım da çok iyiymiş” dediğiniz bir grafik yok, ancak kesinlikle kaliteli olduğunu hissettiriyor. Yer yer oyunun içerisinde olduğunu unutturan grafiklere sahip diyebilirim hatta. Ancak oyunun beni asıl keyiflendiren kısmı kesinlikle anıların içerisinde gezdiğimiz dakikalar oldu.

Elbette yazının en başında dediğim gibi, bu tarz bir yapıma oyun diyebilmemiz için ya da başarılı diyebilmemiz için oyunda, oynanışa dair de şeyler olması gerekiyor. Oyunun bu oynanış kısmını da tamamen bulmaca özelliği öne çıkarıyor. Oyundaki bulmacalar da yine anıdaki bulmacalar ve gerçek hayattaki bulmacalar olarak ikiye ayrılmış. Anıdaki bulmaca türlerinden başlayayım ama dürüst olmak gerekirse nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Anılara girdiğiniz zaman bazı şeyler ile etkileşime girebiliyorsunuz ve bu şekilde kayıp parçaları birleştirip anıyı tamamlamaya çalışıyorsunuz. Ayrıca bu anılar da kendi içerisinde ikiye ayrılıyor. Tüm bu anılar içeresinde dolaşarak gerekli bilgileri topluyorsunuz kendinize. Gerekli bilgilerden daha azını veya daha fazlasını toplamak size kalmış. Oyun bu noktada sizi tamamen özgür bırakıyor, ancak elbette bilgileriniz de sizi oyunun bir sonraki aşamasına götürmekte yardımcı oluyor. Bulmacalar konusunda ise anlatamayacağım bazı bulmaca çeşitleri var. Tüm bu bulmacalar anı içerisinde oluyor; perspektif değiştirerek anının doğru bölümünü yakalamak, anının içerisindeki bir hatayı düzeltmek, anının içerisinde bir eşyayı doğru yerine götürmek ya da girdiğiniz bir döngüden kurtulmak. Hiçbir bulmacanın nasıl çözüleceği anlatılmıyor ama emin olun ki kısa bir süre sonra nasıl çözeceğinizi anlıyorsunuz. Oyun her ne kadar yardımcı olmasa da bir şekilde anlıyorsunuz yapmanız gerekeni.


Oyunun gerçek hayattaki bulmaca kısmı ise anıya göre daha farklı. Gerçek hayat kısmındaki bulmacalarda gidip fiziksel olarak bir yeri inceliyorsunuz ve bir sonraki ipucuna ulaşıyorsunuz. Oyun sizi sırayla bir gerçek hayata, bir anıya sokuyor. Bu yüzden bir yerde bulduğunuz ipucunu hemen sonraki yere gidip araştırıyorsunuz. Bu yüzden ne yapacağım şimdi ben diye düşünmenize gerek kalmıyor. Gerçek hayat kısmındaki bulmacalarda da oyun size hiçbir zaman yardımcı olmuyor. Ayrıca oyun sizin için not da tutmuyor. Öğrendiğiniz şeyleri kenara bir yere yazarsanız iyi olabilir. Öyle her şeyi yazmanıza gerek yok, ancak oyun size yazmanız gereken kısım geldiğinde zaten fark ettiriyor. Kısaca oyun aslında her bölümde sanki size bulmaca çözdürmüyormuş, sizin aklınıza gelmiş gibi hissettiriyor, ancak aslında bulmaca çözüyorsunuz. Oyunun bunu size hissettirmemesi de oyunun verdiği dedektiflik hissiyatını daha da arttırıyor. Bu kısımda yapabileceğim tek eleştiri, kontrollerin zor olması. Yaklaşık yarım saat oynayınca alışıyorsunuz elbette kontrollere ama kontroller sadece zor değil, ayrıca kötü de. Karakter animasyona girdiğinde çıktığını anlamıyorsunuz. Karakter anlamsız bir şekilde duruyor.

Oyunun araştırma yaptığınız bölümleri gerçekten etkileyici. Hem sizi merak ettiriyor hem de genel olarak hikâye başarılı. Bir yandan da hikâyede kontrol ettiğiniz karakterin özel hayatına dair olaylar oluyor. Bu kısımlar da bir şekilde ana hikayeyle birleştirilmiş ve gerçekten oynarken yoğun bir hikayenin içerisinde olduğunu hissediyorsunuz. Yazının en başında dediğim gibi yine sadece dümdüz hikâye verilmiyor. Alt metni olan, başka anlamlar çıkartılabilecek bir hikâyeye sahip. Ancak anı olaylarından dolayı, bu oyunun verdiği mesaj ve varmaya çalıştığı nokta daha samimi ve gerçekçi. Bu yüzden bu konuda bir eleştiri yapmayacağım.


Sonuç:

Toparladığımda ise genel olarak oyunun ortalamanın üzerinde bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Özellikle farklı atmosferi, anılara girdiğinizdeki o garip görsellik ve bulmacalar, hikâyenin gizem unsuru, hikâyenin kendisi ve tekrar o garip soyut görselliği ile kesinlikle deneyimlenmesi gereken bir oyun. Klasik yürüme simülasyonu oyunlarının aksine daha fazla oyun gibi hissettiriyor. Araştırma kısmında da dediğim gibi sizin keşfettiğinize sizi inandırabiliyor. Yaklaşık olarak 5, 6 saatlik bir oynanışa sahip. Farklı oyun arayanlara ve yürüme simülasyonu sevenlere kesinlikle öneriyorum. Oyun klasik bir yürüme simülasyonundan kesinlikle fazlasını içeriyor.

Oyun şu anda sadece Steam üzerinden PC için erişilebilir durumda. Ancak 2021’in ilk aylarında Xbox One’a ve PlayStation 4’e de gelecek. Şu anda Steam’de 32,00 TL’lik bir fiyata sahip ve bu fiyatı sonuna kadar hak ediyor.