Haftalık Oyun Önerisi 28: Lifeless Planet

Özgür Eroğlu

Haftalık oyun önerilerinin yirmi sekizincisi ile birlikteyiz. Bu hafta sizlere klasik bilim kurgu filmleri tadında, gizemin ve atmosferin son derece oyun olduğu bir oyun önereceğim. Diğer oyun önerilerimize de buradan bakabilirsiniz.

Bu öneri yazılarında az bilinen oyunlar gibi bir konsept altında da kalmayacağız. Örneğin; The Last of Us Part II yayınlanmadan bir iki hafta önce The Last Of Us’ın ilk oyununu önerebiliriz. Bunun sebebi tavsiye ettiğimiz oyunu, o hafta içerisinde oynamanızın daha iyi olacak olması. Eğer bilindik bir oyunu önerirsek; yazının içeriği oyunu tanıtmak yerine, oyun için bir inceleme veya oyun hakkında konuşmak istediğimiz şeyler tarzında olacaktır. Şimdi önerdiğimiz oyuna geçelim.

Lifeless Planet


Bilinmeyeni keşfetme duygusunu yaşatan oyunları çok seviyorum. Bu duyguyu elbette birçok yapım farklı bir türün altında hissettiriyor. Örneğin Uncharted, daha çok tarihi açıdan hissettiriyor ve ister istemez kendinizi tarihi araştırırken buluyorsunuz. Ya da bunu bilim kurgu türü altında yapan oyunlar oluyor, ancak onlar için öyle spesifik bir konuyu araştıramıyorsunuz. Ancak yine de sizi oyunun başına ciddi bir şekilde kilitliyor. Ne yazık ki son dönemde bu tarzda yapım çok da göremiyoruz. Hem filmler için hem de oyunlar için. Günümüzde o kadar başarılı bilim kurgu kitabı da ne yazık ki yayınlanmıyor. Bugün önereceğim yapım da aslında duyguyu güzel hissettiren ama oynanış olarak sınıfta kalan bir oyun. Ancak yazının ilerleyen kısımlarında da henüz çıkmamış olan, ancak radarınızda olması gereken bir oyundan da bahsedeceğim.

Henüz çıkmamış oyuna gelmeden önce önerdiğim oyun ile başlayalım. Yayıncılığını Serenity Forge’un yaptığı, geliştiriciliğini ise Stage 2 Studios’un yaptığı atmosferik bilim kurgu bulmaca oyunu Lifeless Planet, ilk kez 2014 yılında yayınlanan bir oyun. Önce erken erişime açıldı ve sonra da tam sürümü yayınlandı. Oyun aslında tamamen keşfetme ve gizem üzerine dayalı. Keşfetme derken de bulunduğunuz ortamdan daha çok, gizemi keşfetme tarzında. Dediğim gibi her ne kadar o gizemli yalnızlık hissiyatını çok iyi verse de ne yazık ki oynanış anlamında biraz sınıfta kalıyor. Ama yine de boş vakitte oynanabilecek bir yapım.


Her şeyden önce hikâye ile başlayalım. Kontrol ettiğiniz astronot yaşam aramak için indiği bir gezegene zorunlu hızlı iniş yapmak zorunda kalır. İndiğinde ise kendi ekibinden kimsenin olmadığını fark eder. Gezegende yeni bir yaşam arayan astronot önce terke edilmiş bir Rus kasabası bulur, sonra da toprağın içine doğru çekilen başka bir NASA astronotu bulur. Görevinin aldatmaca olduğunu düşünen astronot, gezegeni keşfederken bir yandan da hikayedeki gizemleri keşfeder. Hikâyenin ilerleyişini ve keşfedilmesini de gezegende gezerken gördüğünüz ses kayıtlarından veya günlüklerden okuduğunuz, dinlediğiniz kayıtlar ile yapıyorsunuz. İlerledikçe sağda solda bulduğunuz kayıtlarla olayın gerçek yüzüne biraz daha yaklaşıyorsunuz. Oyunun en büyük başarısı hikâyeyi işleyiş tarzı ve hikâyenin kendisi. Bomboş bir gezegende geziyorsunuz, gizemli şeyler buluyorsunuz ve oksijeniniz bitmek üzere. Ardı ardına gizemli ve anlam veremediğiniz şeyler yaşanıyor ve bir yerden sonra da bu gizemler teker teker çözülüyor. Klasik bir bilim kurgu filmi gibi. 2001: Space Odyssey’e az da olsa benzerliği var. Oyun size yalnızlık hissini ve gizem unsurunu çok iyi vermiş. Bomboş bir gezegende azıcık farklı olan bir yapı görünce size yaşattığı his, zaten oyunun bu konuda ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.

Böylesine atmosfer açısından başarılı bir oyunun grafiklerinin de çok iyi olması beklenir. Ancak ne yazık ki değil. Düşük bir bütçe ile yapıldığı elbette belli, ancak yine de kötü grafiklere sahip. Böylesine atmosferi güçlü bir oyunun grafiklerinin ön planda olması gerekirdi. Ancak ne yazık ki değil. Ama bu durum yine de sizi oyundan koparmıyor, çünkü oyunun tasarımları oldukça başarılı. Ama yine de insan bu oyunu başarılı grafiklerle oynamak nasıl olurdu merak etmeden duramıyor. Hatta başarılı grafiklerden ziyade, bu oyunun bir filmi yapılsa nasıl olurdu çok merak ediyorum.


Oyun, atmosfer ve hikâye anlamında ne kadar başarılıysa ne yazık ki oynanış olarak da o kadar kötü. Yine başarılı olduğu yerler var elbette, ancak genele baktığımızda kötü. Öncelikle şununla başlayalım. Oyun size hiçbir zaman şuraya git demiyor. Siz gideceğiniz yeri kendiniz buluyorsunuz. Gideceğiniz yeri bulmak ise ne kadar karmaşık dursa da aslında içgüdünüzü dinlemeniz yetiyor. Oyun bu konuda oldukça başarılı. Nereye gideceğinizi bilmiyorsunuz ama giderken doğru yolda olduğunuzu hissediyorsunuz. Oyunda toplamda 20’ye yakın farklı tasarımda yer bulunuyor ve her birinde de aynı şeyi hissediyorsunuz. Dediğim gibi grafikler daha iyi olsa oyun çok daha başarılı olabilirdi, ancak bu şekilde de oyun size farklı bir ortama girdiğinizi hissettirebiliyor.

Oyunun oynanış kısmındaki en büyük eksiği ise yapacak bir şey olması. Yani bir yürüme simülatörü oyununa göre çok az bulmaca var. Sadece yürüyor ve zıplıyorsunuz. Bazen nereden gideceğinizi bulmaya çalışıyorsunuz. Çok nadir olarak da daha farklı bulmacalar koyuluyor ama cidden çok nadir. Bulmacalar genel olarak nereden gideceğinizi ya da nereye zıplamanız gerektiğini bulmanız üzerine kurulmuş. Yani kendine bulmaca oyunu diyen bir oyun için bulmaca sayısı çok az. Bu konudaki en güzel oyun The Swapper ki o da zaten direkt olarak bulmaca oyunuydu. Bu oyuna da o tarzda bir mekanik eklenebilirmiş. Bir de oyunda oksijen seviyeniz var. Oksijeninizi doldurduğunuzda belirli bir süreliğine gezebiliyorsunuz, sonra oksijenini yenileyeceğiniz bir yer bulmanız gerekiyor. Ancak bu konuda da öyle o kadar zorlanmıyorsunuz. “Oksijeniniz bitiyor” uyarısını gördüğünüzde bilin ki çok yakın bir yerde oksijen tüpü bulunuyor.
Son olarak oyunun müziklerinden ve seslerinden bahsetmek gerek. Genel anlamda sesler başarılı. Atmosfere uygun sesler gayet. Müzik anlamında da son derece başarılı ama müzik de bulmaca gibi çok nadir çalıyor. En azından arkada bir tını olarak bir atmosferi hissetmemizi güçlendiren daha fazla müzik koyulabilirmiş. Ancak yine de oldukça başarılı.


Oyunla ilgili bilgileri genel olarak toparlamadan önce yazının başında bahsettiğim henüz çıkmamış oyundan da bahsetmek istiyorum: The Invincible. Tür olarak biraz farklılar, ikisi de bilim kurgu macera oyunu, ancak The Invincible’da gerilim unsuru da mevcut. Oyun için heyecanlanmamın en büyük sebebi oyunu daha önce The Witcher 3, Cyberpunk 2077, Dead Island, Dying Light ve Call of Juarez gibi AAA oyunlar üzerinde çalışmış tecrübeli geliştiricilerden oluşan Starward Industries isimli bir stüdyo geliştiriyor. Detaylı bilgilere buradan bakabilirsiniz. Oyun ayrıca Türkçe altyazı seçeneği ile de gelecek ve bence mutlaka radarınızda olsun. Yukarıdaki görsel de oyunun içerisinden alınmış bir görsel.


Lifeless Planet’a dönecek olursak, yürüme konusunda sıkıntısı olmayan, keşif duygusunu ve gizem unsurunu seven tüm oyunculara öneriyorum. Özellikle hikâye odaklı bilim kurgu oyunu arıyorsanız tam sizlik bir oyun. Oyun yaklaşık olarak 5, 6 saatlik bir oynanış süresi sunuyor.

Lifeless Planet şu anda Nintendo Switch, PlayStation 4, Xbox One, Microsoft Windows, Linux ve Mac OS’ta bulunuyor. Fiyatı gereği PC’den Steam veya Epic Games’ten almanızı öneriyorum. Her iki platformda da 31,00 TL. Bu fiyat biraz fazla gelebilir oyun için, ancak ilk indirimde oyunu alabilirsiniz, çünkü genel olarak hep aynı indirim yapılıyor ne artıyor, ne azalıyor.