Haftalık Dizi ve Film Önerisi 17: Broadchurch - Jagten

Özgür Eroğlu

Haftalık dizi ve film önerilerinin on yedincisi ile karşınızdayız. Bu hafta oldukça ciddi olayları konu alan ve çok etkileyici iki yapım önereceğim. Diğer öneri yazılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Bu tavsiye yazılarında az bilinen yapımları önerme veya belli bir konsept yoktur. Örneğin Cyberpunk 2077 öncesi herkesin bildiği Blade Runner filmini de Cyberpunk 2077’ye hazırlık amacıyla önerebiliriz. Az bilinen yapımlar ve kaliteli yapımlar dışında, o hafta izlemenizin daha iyi olacağını düşündüğümüz yapımlar da önereceğiz. Şimdi önerilerimize geçelim.

Dizi Önerisi: Broadchurch


2013 yılında başlayan ve 2017 yılında son bulan, 3 sezondan oluşan Broadchurch, klişe konusunu işleyiş tarzıyla dikkat çeken bir yapım. Şahsen Doctor Who hayranlığımdan dolayı David Tennant’ın oyuncu olduğunu görüp başlamıştım diziye, ancak benim için hayatım boyunca unutmayacağım bir dizi olarak kaldı. Broadchurch, David Tennant dışında birçok başarılı oyuncuya sahip ve yine Doctor Who izleyicilerinin yakından tanıyacağı birkaç tane de oyuncuya sahip. Dizinin oyuncu kadrosu oldukça fazla isim var, ancak 3 sezon boyunca yeri sabit kalan ve ön planda olan oyuncular şöyle: David Tennant, Olivia Colman, Jodie Whittaker, Andrew Buchan, Arthur Darvill, Adam Wilson ve Matthew Gravelle. Ayrıca dizinin yaratıcılığını da dram konusunda oldukça başarılı Chris Chibnall üstleniyor.

Dizi ilk iki sezonda birbirini takip eden bir hikâyeye sahip, ancak ikinci sezonda farklı bir evreyi anlatıyor. İlerleyen satırlarda tam olarak ne demek istediğimi açıklayacağım. Üçüncü sezonda ise başrollerin aynı kaldığı, ancak konunun tamamen değiştiği bir hikâyeyi anlatıyor. Her şeyden önce dizinin her sezonunun çok ağır bir dramaya sahip olduğunu söyleyeyim. Yer yer içiniz sıkılacak ve kapatmak isteyeceksiniz ya da bu tarz yapımlardan çok etkilenen biriyseniz gününüz biraz kötü geçebilir. Bu sefer farklı bir şey yapıp diziyi sezon sezon anlatacağım.


Dizinin ilk sezonu aslında tam olarak bir “Katil Kim?” yapımı. Çok sakin ve sıradan bir kasabada yaşayan çocuklardan biri ölü olarak bulunur. Ancak dediğim gibi dizinin yaratıcısı oldukça iyi bir dram yazarı. Bu yüzden senaryoyu yazarken öncelik olarak katilin kim olduğunu size merak ettirmek yerine, her karakterin kendi psikolojisini ve dramını aktarmayı seçmiş senarist. Bu elbette katilin kim olduğunu merak ettirmiyor değil, son bölüme kadar sürekli katilin kim olduğunu düşünüp duruyorsunuz. Hatta dizi bu kısımda muazzam bir iş başarmış. Size katilin kim olduğunu hiç göstermeyip hiç ipucu vermeyip bir anda “işte bu yaptı” demiyor. En başından sonuna kadar size katilin kim olduğuna dair ipuçları veriyor, ancak o kadar güzel işlenmiş ki siz katilin kim olduğunu anlayamıyorsunuz. İlk sezonun bir diğer başarısı da her karakter için size bir merak duygusu yaşatıyor olması. Bunun en büyük sebebi de “katil kim?” teması değil, karakterlerin psikolojik durumları.

İkinci sezonu açıklamadan önce ilk sezondan ufacık bir spoiler vermem gerekecek yoksa anlatamam. Evet ilk sezonda katilin kim olduğunu öğreniyorsunuz. İkinci sezon da katilin dava sürecini işliyor. Aslında ilk sezonda net bir şekilde size katilin kim olduğu söyleniyor, yani dava sürecinde kişinin katil olduğunu biliyorsunuz. Bu kısımda da İngiltere’nin hukuk işleyişinin diğer ülkelere göre ne kadar farklı olduğunu görüyorsunuz ve bence Hukuk okuyan biriyseniz veya ilginizi çekiyorsa mutlaka izleyin. Çünkü dava süreciyle ilgili birçok detayı güzelce işliyor dizi. Ayrıca David Tennant’ın karakterinin ilk sezonda oldukça merak ettiğiniz geçmişine dair bazı detaylar öğreniyorsunuz ve hikâye biraz genişliyor. Bu kısımda da sadece dava süreciyle izleyicileri sıkmamak için arka planda bir tane daha farklı bir “Katil Kim?” teması işleniyor. Dediğim gibi bir yandan da David Tennant’ın karakterinin geçmişini öğreniyorsunuz.

Üçüncü sezon ise yine bir “Katil Kim?” temalı olmasa da “Suçlu Kim?” temalı. Tamamen farklı bir senaryoya sahip olsa da ilk iki sezondan karakterler dizide bulunuyor ve hala ilk sezonun etkileri de dizide sürüyor. Yine oldukça merak ettiren bir sezon olsa da asıl olay suçluyu merak ettirmek değil, dramayı sonuna kadar hissettirebilmek ki hissettirebiliyor da.


Dizinin her sezonu da aslında klasik bir İngiliz draması. Ek olarak bahsedilmesi gereken tek şey ise oyunculuk. Zaten az çok film, dizi izleyen biriyseniz oyuncuların ne kadar kaliteli olduklarını biliyorsunuzdur. Bu yüzden dizi hissettirmek istediği dramayı çok rahatlıkla hissettirebiliyor ve ortaya da muazzam bir iş çıkartıyor.
Sonuç olarak bu diziyi herkese rahatlıkla öneriyorum. Ancak spesifik olarak ilk sezon ağır dram ve “Katil Kim?” temasını sevenlere, ikinci sezonu hukuksal olayları sevenlere, son sezonu ise herkesin izleyip ders çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Dizinin her sezonu 8 bölümden oluşuyor. Şu anda 3 sezonu da Netflix’te bulabilirsiniz.

Film Önerisi: Jagten


2013 yapımı Jagten’in ya da İngilizcesi ile The Hunt’ın yönetmenliğini Thomas Vinterberg, senaristliğini ise Tobias Lindholm ve Thomas Vinterberg üstleniyor. 1 saat 55 dakikalık filmin oyuncu kadrosunda ise Mads Mikkelsen, Thomas Bo Larsen, Annika Wedderkopp ve Susse Wold gibi isimler bulunuyor.

Bu film de yine Broadchurch gibi dramı oldukça yüksek ve geren bir hikâyeye sahip. Kreş tarzı bir yerde öğretmenlik yapan Lucas’ı bir gün küçük öğrencilerinden birisi öper ve Lucas da bu durumun yanlış olduğunu ve bir daha yapmaması gerektiğini söyler. Sonrasında ise bu kız ailesine durumu oldukça farklı anlatır ve Lucas yaşadıkları yerde pedofili biri olarak anılmaya başlar. Polis her ne kadar adamın suçsuzluğunu ispatlasa da adı böyle bir olay ile geçtiği için kimse güvenmez ve yavaş yavaş adamın üstüne gitmeye başlarlar.


Filmin en iyi başarısı hangi taraftan yana olacağınızı bir türlü seçememeniz. Başroldeki adamın suçlu olmadığı gösteriliyor aslında evet, ama filmin sonuna kadar da aslında kararı size bırakıyor. Bir yandan da suçlamayı yapan çocuğun ailesini ve diğer aileleri anlayabiliyorsunuz, çünkü ortada oldukça çirkin bir durum var. Film boyunca arada kalıyorsunuz. Aslında film de her şeyi tamamen size bırakıyor. Özellikle olaylar biraz açığa çıkmaya başlayınca hiçbir şeyi açıklamayıp size bırakıyor ve bu rahatsız etmeyip aksine daha da içine çekiyor sizi. Filmin özellikle son sahnesi gerçekten oldukça etkileyici ve filmin isminin de tüm anlamını size anlatıyor.

Teknik açıdan da film gerçekten bir yönetmenlik harikası. Filmi izlememin üstünden çok zaman geçmesine rağmen hala etkisi durur. Sizi arada bırakma konusunda gerçekten çok iyi bir iş çıkarmış ve bu duygu film boyunca rahatsız ediyor. Ayrıca filmin küçük göndermeleri var ki bunlar da oldukça kaliteli. Yayınlandığı yıl zaten Oscar’a da aday olmuştu. Son olarak da bu kısımda bahsetmeye gerek var mı, bilmiyorum ama Mads Mikkelsen’in ne kadar muazzam bir oyuncu olduğunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Tüm oyunculuk yükü zaten üstünde, ancak o kadar iyi oynamış ki filmi tek başına almış götürmüş.


Toparladığımda ise yine duygusal olarak yorucu bir film olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu yoruculuğa hazır olan da herkese öneririm. Son derece başarılı ve herkesin izlemesi gereken bir yapım. Yönetmen ve Mads Mikkelsen ikilisinin yeni filmi de bu yıl yayınlanacak. “Druk” isimli film de radarınızda olsun.