Haftalık oyun önerilerimize üçüncü bölüm ile devam ediyoruz. Eğer sizlerin de tavsiye ettiği az bilinen oyunlar var ise yorumlar kısmına yazmayı unutmayınız. Belki ilerleyen haftalarda sizin önerdiğiniz oyunları oynayıp yazılarımızda yer verebiliriz.
Bu öneri yazılarında az bilinen oyunlar gibi bir konsept altında da kalmayacağız. Örneğin; The Last of Us Part II yayınlanmadan bir iki hafta önce The Last Of Us’ın ilk oyununu önerebiliriz. Bunun sebebi tavsiye ettiğimiz oyunu, o hafta içerisinde oynamanızın daha iyi olacak olması. Eğer bilindik bir oyunu önerirsek; yazının içeriği oyunu tanıtmak yerine, oyun için bir inceleme veya oyun hakkında konuşmak istediğimiz şeyler tarzında olacaktır. Şimdi önerdiğimiz oyuna geçelim.
Sundered: Eldritch Edition
Yayıncılığını ve geliştiriciliğini Thunder Lotus Games’in yaptığı “Sundered: Eldritch Edition” bu hafta sizlere önerdiğimiz oyun. Yayıncı ve geliştirici ekip daha önce geliştirdiği ve 2015 yılında yayınladıkları Jotun: Valhalla Edition oyunu ile tanınıyor. Bu hafta önerdiğimiz oyunun ve Jotun’un da birbiri ile benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Özellikle görsel açıdan.
2017’de yayınlanan oyunun türleri arasında roguevania, metroidvania ve aksiyon roguelike bulunuyor. Oyunda özellikle sevdiğim ve beni kendine hayran bırakan noktası kesinlikle görselliği. H.P. Lovecraft’ın öykülerinden esinlenen ve kadim güçlerin olduğu oyunda, oyunun hikayesi görsellikle ve seslerle gerçekten inanılmaz yansıtılmış diyebilirim. Eshe isimli karakter ile oyuna başlıyorsunuz ve oyuna başladıktan sonra sağa, sola, aşağıya ve yer yer yukarıya doğru giden platform öğeleriyle donatılmış bir harita karşınıza çıkıyor. Oyunun harita bölümüne geçmeden aksiyon ve dövüş mekanikleriyle başlayalım.
Oyuna başladıktan bir süre sonra size, klasik bir saldırı yöntemi olan kılıç sallama yeteneği veriliyor. Başka herhangi bir özelliği olmayan bu yetenek, kısaca düşmanlara saldırmak için en basit seçeneğiniz. Bunun yanında ise bir de “Ulti” denilen bir özel saldırı veriliyor. Normal bir şekilde düşmanlara saldırarak ultinizi doldurabiliyor ve ultiniz ile daha etkili bir saldırı yapabiliyorsunuz. Bu iki özel saldırı yeteneği dışında oyunda ilerledikçe yeni saldırı yetenekleri de kazanıyorsunuz. Oyunun aslında yer yer can sıktığı, ancak çoğu zaman keyif verdiği kısım da aslında burası. Oyunda düşmanlar için özel bir taktik geliştirmeye ihtiyaç duymuyorsunuz. Düşmanların arasına dalıp sadece tuşlara basıyorsunuz ve o karmaşadan kurtulmaya çalışıyorsunuz. Elbette daha taktiksel açıdan yaklaşmak istediğiniz zaman az da olsa bir şeyler yapabiliyorsunuz. Örneğin; ultiniz normal saldırınıza göre biraz daha uzağa erişebiliyor ve o sırada karşısına çıkan her şeye hasar veriyor. Bu noktada, düşmanların çoğunu belli bir yerde tutup ultinizi atarak daha hızlı bir şekilde düşman öldürebiliyorsunuz. Kendim için konuşmam gerekirse, bu tarz taktiksel olaylara çok da önem vermedim. Çünkü dediğim gibi düşmanlar az sayıda gelmiyor. Bir anda karşınızda onlarca düşman beliriyor ve hepsinin farklı bir özelliği olduğu için sürekli bir yerden bir yere uçan, zıplayan veya hızla koşan düşmanlar görüyorsunuz. Böyle bir karmaşanın içerisinde de saldırılardan kaçmak gerçekten büyük bir refleks istiyor ve o da bende yok. Bu yüzden Fatih Terim’in tabiriyle “Taktik maktik yok, bam bam bam.” Şeklinde düşmanlara saldırdım. Her düşman saldırısında da bu taktiğin başarılı sonuç verdiğini söyleyebilirim. Bosslar da dahil.
Evet, oyunda bosslar da bulunuyor. Hatta Bossların dışında, mini bosslar ve sürekli karşınıza çıkan 4 çeşit minyon bulunuyor, düşman çeşidi olarak. Dediğim gibi düşmanların hepsine sadece dümdüz saldırarak da bir başarı elde edebiliyorsunuz. Ancak bu oyunun keyfini baltalamıyor. Hatta arkaya güzel bir müzik açtığınız zaman gerçekten stres attığınız güzel bir savaş oluyor. Düşmanlardan sırayla bahsedeyim. Bosslar gerçekten muazzam tasarımlara sahip. Ayrıca gerçekten zorlayıcılar ama ne yazık ki oyunda çok fazla boss yok. Bazen tek başına güçlü bir boss ile kapışmanız gerekiyor, bazen de daha küçük bir boss ama yanında onlarca minyonla birlikte savaşmanız gerekiyor. Mini bosslar ise çok da söz edilmesi gereken düşmanlar değil açıkçası. Ne inanılmaz keyifli, ne de çok can sıkıcı diyemem. Burada en can sıkıcı olan nokta minyonlar. Dediğim gibi minyonlardan sadece 4 tane bulunuyor, ancak oyunun farklı bölümlerine geldiğiniz zaman güçleri aynı olan, sadece görünümleri değişen düşmanlar karşınıza çıkıyor. Örneğin; oyunun ilk bölümünde top şeklinde uçan metaller bulunuyor, siz saldırdığınızda olduğu yerde kalıyor. Saldırmadığınız zaman ise gücünü toplayarak üzerinize doğru uçarak geliyor ve cidden iyi bir hasar veriyor. Oyunun farklı temaya sahip bir bölümüne geçtiğinizde ise bu yetenekler olduğu gibi kalıyor ve temaya uygun bir şekilde düşmanın tasarımı değişiyor. Örneğin sol tarafa doğru gittiğinizde teması farklı olan bir haritaya geçiş yapıyorsunuz. O kısımda bu bahsettiğim düşman dev bir karga olarak karşınıza çıkıyor. Evet; tasarımların değişmesi güzel, ancak minyon konusunda çeşitliliğin olmaması bir yerden sonra sizi sıkıyor.
Düşmanların inanılmaz zorlu olduğunu söyleyemem, bazı bosslar dışında. Oyun düşman konusunda yaşatmak istediği zorluğu; düşmanın dövüşme tarzı ile değil, sayısı ile yapmak istemiş. Bu da haliyle büyük bir kargaşaya sebep oluyor. Ancak bu kargaşanın güzel olduğunu söyleyebilirim. Eğer karşınızdaki düşmana göre çok düşük bir seviyeye sahip değilseniz, düşmanları rahatlıkla öldürebiliyorsunuz. Kısacası ölmek çok da kolay değil, ancak bazen ölmeniz gerekiyor. Sebebi de az önce belirttiğim seviye kısmı.
Oyunda düşmanları öldürdüğünüzde; etraftaki vazo, kutu veya metal fıçı gibi şeyleri kırdığınızda içlerinden sarı boncuklar çıkıyor. Bu boncukların ismi “Shard”. Her öldüğünüzde, oyunda başladığınız noktaya tekrar dönüyorsunuz. Dönmüş olduğunuz yerde de topladığınız shardlar ile kendinizi güçlendirebiliyorsunuz. Canınızı, hasarınızı, kalkanınızı, kalkan yenileme hızınızı veya shardların düşme oranını arttırabiliyorsunuz. Yine oyunun içerisinde bulduğunuz bazı “perk”ler ile birlikte de kendinizi geliştirebiliyorsunuz. Ancak bu eklediğiniz perklerin artısı olduğu kadar, eksisi de oluyor. Zaten perklerin açıklama kısmında bunlar yazıyor.
Bunun dışında oyunda yine düşmanlardan veya çevredeki nesnelerden, can veya ileri seviyelerde alabileceğiniz yeni yetenekler için eşyalar düşebiliyor.
Oyunun mutlaka bahsedilmesi gereken bir diğer noktası ise haritası. Dediğim gibi harita başladığınız yerden aşağıya doğru açılıyor ve sonrasında sağa, sola, yukarı ve aşağı olarak oldukça karmaşık bir hal alıyor. Aslında haritanın odalardan oluştuğunu söyleyebilirim. Uzaktaki bir odayı gidebilmek için hangi odaların hangi bölümünden çıkmanız gerektiğini bulmanız gerekiyor. Bu söylediğim kadar zor değil, haritadan baktığınızda anlaşılıyor zaten. Sadece gitmek istediğiniz yere gitmeden önce hangi yoldan gideceğinize bir bakmanız ve plan yapmanız gerekiyor. Yoksa rastgele bir şekilde karşınıza çıkan düşmanlar, sizi kaçarken bambaşka yerlere götürebilir. Haritanın içerisinde, bosslar, mini bosslar ve shrinelar gibi işaretlenmiş yerler bulunuyor. Bu işaretleri açabilmek için önce o bölgeye gidilecek yolu bulmanız gerekiyor. Oraya nasıl gidileceğini bulduğunuzda, haritanızda boss’un veya shrine’ın yeri işaretlenmiş oluyor. İstediğiniz yere gidememenizin de genelde iki sebebi oluyor. Ya gideceğiniz yerin kapısı kilitlidir ki bu da “oraya gidebilmek için öncesinde bir şey yapmanız gerekiyor” demek oluyor. Ya da o kısma gidebilmek için gerekli yeteneğe sahip değilsiniz demek. Örneğin; oyunun başlangıç bölümünde zıplayarak gidilebilecek bir bölüm var ama tek zıplamayla oraya yetişemiyorsunuz. Oyunda çok az ilerleyince size çift zıplama yeteneği veriliyor ve geçemediğiniz yere tekrar gidiyorsunuz ve haritanın başka bir bölümüne erişmiş oluyorsunuz.
Haritada bunlar dışında bir de size kısıtlı süreliğine güç veren bazı yerler bulunuyor. Bunlar genelde çok fazla düşmanın geleceği yerlere yakın oluyor. Bu yeteneklerin de gerçekten size oldukça yardımı dokunuyor. Haritanın çeşitli bölümlerine geçtikçe, girdiğiniz bölümdeki konsepte göre renkler, düşmanlar ve tasarımlar tamamen değişiyor. Oyuna başladığınız, yani kendinizi geliştirmek için shardları kullandığınız bölümde sağa ve sola doğru kapılar olduğunu göreceksiniz. Bunlar oyundaki farklı tasarımlı haritalar. İlk başta aşağı doğru olanla başlıyorsunuz. Sonrasında sizin haritayı keşfetmenize bağlı olarak sağdaki ve soldaki farklı tasarımlı haritalara geçiyorsunuz. Bu sayede de oyunun oynanış süresi oldukça uzuyor.
Roguelike oyunları seviyorsanız oynamanızı öneriyorum. Dövüş mekanikleri sayesinde kafa dağıtmak için oldukça uygun bir oyun. Üstelik oyunda cidden vakit geçirmek isterseniz, çok rahat bir şekilde 20 saatten fazla oynanış süre sıkılmadan oynayabiliyorsunuz. Ya da hemen sonuca gelmek isterseniz 5,6 saatte bitirebilirsiniz. Ayrıca oyunun 4 kişiye kadar desteklenen bir yerel co-op modu da bulunuyor. Arkadaşlarınızla oynadığınızda kesinlikle çok daha keyifli olduğunu söyleyebilirim.
Oyun şu anda PC (Epic Games veya Steam), PlayStation 4, Xbox One ve Nintendo Switch’te erişilebilir durumda. Ancak fiyatı gereği Steam veya Epic Games’ten almanızı öneririm. Her iki mağaza üzerinde de fiyatı zaten 32,00 TL. Bu yüzden ilk indirime girdiğinde alabilirsiniz veya indirime girmeden bu fiyattan da alabilirsiniz, bu fiyatı hak ediyor.